Doç. Dr. Hakan
KIRIMLI
(Bilkent
Üniversitesi)
Kırım’dan
Türkiye’ye kitle göçleri, esas olarak 1783’de Kırım Hanlığı’nın ortadan
kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhâkını müteakip gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte, 1783 öncesinde de Kırım’dan Osmanlı topraklarına pek
bilinmese de, azımsanmayacak boyutlarda göçler olmuştur. Bugünkü Türkiye
Cumhuriyeti arazisi üzerinde Kırım’dan gayet eski tarihlerde gelmiş insanlara
ait muhafaza edilebilmiş veriler mevcuttur. Meselâ, XVI. asrın son çeyreğinde
Altın Orda Hanı Toktamış Han tarafından Kırım’dan binlerce Kıpçak’ın (o dönemde
henüz Osmanlı hâkimiyetinde olmayan) Kars ve Iğdır havalisine iskân edildiğini
biliyoruz. Günümüzde Iğdır ve Erzurum’da çok ünlü bir sülâle olan Hatunoğulları
daha Kırım Hanlığı kurulmamışken bölgeye yerleştirilen bu insanların soyundan
gelmektedir. Hatunoğulları bu geçmişlerini bilgi ve saygıyla
hatırlamaktadırlar.
Altın
Orda’nın mirasçısı olan Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun XV.
yüzyılın son çeyreğinde ittifaka girmesini müteakip Kırım’dan gerek askeriye
gerekse ilmiye sınıfından ferdî olarak Osmanlı topraklarına pek çok gelenler
oldu. Bunlar arasında Osmanlı mülkî, ilmî, askerî, iktisâdî ve ictimâî
hayatında fevkalâde temâyüz eden insanlar da çıktı. Ayrıca münferit Kırım Tatar
grupları Osmanlı Rumelisi, Osmanlı Anadolusu ve Osmanlı Suriyesi’ne gelip
yerleştiler. Meselâ, İlber Ortaylı XV. asırda Kırım’dan gelerek Tekfurdağı’na
(Tekirdağ’a) yerleşen bir cemaate rastladığını kaydeder. Aynı şekilde
Anadolu’nun Karadeniz kıyılarına muhtelif sebeplerle XVI., XVII. ve XVIII.
asırlarda yerleşen Kırım Tatarlarının izlerine bugün dahi rastlamak mümkündür.
Geniş Osmanlı coğrafyasının akla bile gelmeyecek köşelerinde dahi Kırım kökenli
böyle fert veya gruplara rastlanabileceğine şüphe yoktur. Ancak, sözünü
ettiğimiz bütün bu "erken" göçler, nihayetinde şahsî yahut
konjonktürel sebeplere bağlı, demografik açıdan kritik denilemeyecek
boyutlardaki nüfus hareketlerinden ibarettirler.
Kırım’dan
Osmanlı İmparatorluğu’na asıl kitle hicreti dediğimiz ve son derece dramatik
neticeleri olan muazzam sosyal olgu muhakkak ki Kırım Hanlığı’nın yıkılmasına
takaddüm eden yıllarda başlayan bir süreçtir.
Kırım’ın kaderine damgasını vuran 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Rusya ordusu 1771’de Kırım’a girmeyi başardı. 1774’de imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Rusya İmparatorluğu güyâ Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığını tanıdıysa da, hedefi Kırım’ı şartlar olgunlaştığında ilhak etmek olduğundan, hanlığın idaresine mümkün olan her türlü müdaheleyi yapmaktan geri durmadı. Neticede, 1783’e kadarki yaklaşık on yıllık süre içinde Kırım, Rus müdahelelerine doğrudan bağlı ve gayet kanlı bir iç savaşın içine girdi. Bu dönemde üst rütbelerdeki pek çok Kırımlı idareci ile bir o kadar da asker ve halktan insanlar Osmanlı ülkesine iltica etmek zorunda kaldılar. Kısa zaman içinde vatanlarına dönmeyi uman bu mülteciler aslında iki yüz yılı aşkın bir müddet devam edecek olan devâsa bir nüfus akımının ilk kısmıydı.
Kırım’ın kaderine damgasını vuran 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Rusya ordusu 1771’de Kırım’a girmeyi başardı. 1774’de imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Rusya İmparatorluğu güyâ Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığını tanıdıysa da, hedefi Kırım’ı şartlar olgunlaştığında ilhak etmek olduğundan, hanlığın idaresine mümkün olan her türlü müdaheleyi yapmaktan geri durmadı. Neticede, 1783’e kadarki yaklaşık on yıllık süre içinde Kırım, Rus müdahelelerine doğrudan bağlı ve gayet kanlı bir iç savaşın içine girdi. Bu dönemde üst rütbelerdeki pek çok Kırımlı idareci ile bir o kadar da asker ve halktan insanlar Osmanlı ülkesine iltica etmek zorunda kaldılar. Kısa zaman içinde vatanlarına dönmeyi uman bu mülteciler aslında iki yüz yılı aşkın bir müddet devam edecek olan devâsa bir nüfus akımının ilk kısmıydı.
Nihayet
1783 yılında Rusya İmparatorluğu, Kırım’ı topraklarına ilhak ettiğini resmen
ilân etti. İlhâkı müteakip, Rus fâtihlerin ilk işleri Çarlık hâkimiyetini
benimsemeyeceği açık olan unsurları, özellikle de eski hanlığın siyâsî elitini
yarımadadan uzaklaştırmak oldu. Nitekim, Kırım hanlık hânedânı Geraylar,
Ruslara karşı ön saflarda savaşmış olan beyler, mirzalar, diğer askerî ve dinî
önderlerle onların yakınları Kırım’dan çıkarılarak Osmanlı ülkesine sürüldüler.
Ne var ki, bu sürgünler sadece ilk ve âcil tedbirler mahiyetindeydi. Rusya
idarecileri yalnızca bu eski hanlık yöneticilerinden değil, bizzat Kırım Tatar
halkının Kırım’daki varlığından rahatsızdılar. Rusya ileri gelenleri ilhak
ettikleri bu ülkenin orada meskûn "zararlı unsurlar"dan temizlenmesi
gereğini açıkça ifade ediyorlardı. Kırım, Rusya İmparatorluğu’nun hiç bir yeri
ile kıyaslanamayacak kadar güzel, büyüleyici tabiî özelliklere sahip olduktan
başka, aynı zamanda son derece büyük stratejik önemi de hâizdi. Öncelikle
İstanbul’u ve Akdeniz’i hedef alan Rus yayılma hedefleri için olmazsa olmaz bir
atlama taşını teşkil etmekteydi. Dahası, Kırım Tatarlarının Rusya’yı iki asır
hâkimiyeti altında bulundurmuş olan Altın Orda İmparatorluğu’nun mirasçıları
olmaları, bu halka geçmişin derine işlemiş intikam duygularıyla bakılmasına yol
açıyordu. Bu bakımdan, en baştan itibaren Rusya Devleti’nin Kırım’a yönelik
kesin ve gayet açıkça ikrar edilen siyaseti, burayı yerli Türk-Müslüman
ahalisinden yani Kırım Tatarlarından temizleyip yerlerini Ruslarla, bu mümkün
olmazsa diğer Hıristiyan unsurlarla, doldurulmak yönünde olmuştur.
Rusya
devlet yetkilileri gerek XVIII. asrın sonunda gerekse XIX. asır boyunca Kırım
Tatarlarının Kırım’dan çıkmasının Rusya açısından fevkalâde hayırlı bir hadise
olduğunu daima ifade edegelmişlerdir. Nitekim, Rusya İmparatorluğu’nun en üst
seviyedeki idarecileri tarafından yazılan ve Kırım Tatarlarının Türkiye’ye
göçlerinin önlenmemesi, hattâ teşvik edilmesi gerektiğinin vurgulandığı bir çok
belgeler mevcuttur. Bununla birlikte, konjonktürün her zaman aynı siyasetin
uygulanmasını mümkün kılmadığı da açıktır. Her ne kadar esas olarak Kırım
Tatarlarının Kırım’ı terk etmeleri arzu edilse de, ânî ve kitlevî tahliyelerin
gerek Kırım, gerekse Rusya ekonomileri bakımından ciddî zararları olduğu için
göçler kontrollü ve ekonominin kaldırabileceği ölçülerde gerçekleşmeliydi.
Kaldı ki, 1861’e kadarki dönemde Rusya’da serflik olduğundan, istenilen sayıda
insanı istenilen yerde iskân edebilmek kolay değildi. Bu sebeple Balkanlardan
İtalya ve Almanya’ya kadar ne kadar Hristiyan unsur varsa Kırım’a davet
ediliyordu. Hattâ, İmparatoriçe II. Yekaterina’nın kocası ve dönemin en önemli
devlet adamı olan Grigoriy Potyomkin tarafından Kırım’a İngiltere’den
getirilecek suçluların iskân edilmesi bile teklif edilmişti. Yani İngiltere’de
ne kadar mahkûm ve sabıkalı varsa, bunlar nihayetinde Hristiyan unsurlar
oldukları için (sonradan Avustralya’da yapılacağı gibi) memnuniyetle Kırım’a
yerleştirilecekler ve bu Yeşil Ada’nın "detatarizasyonu"nda rol
alacaklardı!
1770’lerden
itibaren Kırım’dan Osmanlı topraklarına doğru dalgalar halinde başlayan Kırım
Tatar göçü 1920’lere kadar tek bir yıl bile durmadan devam etmiş, hattâ bazı
kesintilerle günümüze kadar sürmüştür. Bu göçler bazı yıllarda çok büyük
dalgalar halini alır ve hem Kırım’ın hem de göçlerin yapıldığı Osmanlı Anadolu
ve Rumelisi’nin demografisini kökünden değiştirirken, diğer yıllarda ise
nisbeten münferit ama yine hiç de azımsanmayacak boyutlarda gerçekleşmiştir.
Bir tahmine göre, 1783-1922 yılları arasında Osmanlı ülkelerine göç eden Kırım
Tatarlarının sayısı en az 1.800.000 idi.[1] Çeşitli sebeplerden gerek Rus
gerekse Osmanlı kayıtlarının her göç dalgasının boyutlarını yeterli doğruluk
dereceleriyle yansıtamadıkları hatırlanacak olursa, daha yüksek bir rakam dahi
söz konusu olabilir. Her halükârda, XIX. yüzyıl içinde ülkelerini terk eden
Kırım Tatarlarının sayısının kalanlardan çok daha fazla olduğu kesindir.
Göçlerin
aslî sebebi hiç şüphesiz siyasîdir: Göç eden unsur yani Kırım Tatarları yerine
göre canlarını, mallarını veya kimliklerini Rusya idaresinin doğrudan tehdidi
altında hissettikleri için vatanlarını terk etmek zorunda olduklarnı
düşünmüşlerdir. Diğer taraftan, Rusya da onların Kırım’dan uzaklaşmalarını
siyaseten yararlı görmüştür. Bu durumda, iki yüz yıla yayılan göç süreci içinde
konjonktürel sebepler olarak beliren sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik
faktörler de aslında bağımsız veya birincil unsurlar değil, temelde siyâsî
faktörün doğurduğu neticelerdi. Şu cümleden, XIX. asır boyunca en çok öne çıkan
hicret sebeplerinden birisi Kırım Tatar köylüsünün büyük ölçüde topraksızlığı
ve Kırım Tatar toplumunun genel olarak ekonomik sahada tam bir çöküş içine
girmesiydi. Ne var ki, bu ekonomik ve sosyal kriz, 1780’li yıllardan itibaren
Rusya Devleti’nin bilinçli olarak uyguladığı Kırım topraklarının yağmalanması
ve Kırım’ın günlük hayatına her bakımdan Kırım Tatar olmayanların hâkim
kılınması siyasetinin türevinden başka bir şey değildi. XVIII. asır sonlarından
itibaren Kırım Tatarlarının elindeki topraklar (özellikle de hanlık ve vakıf
toprakları), Rus hükûmeti tarafından devlet arazisine çevrilmiş yahut Hristiyan
şahıslara dağıtılmıştı.
Göçlerin
ortaya çıkmasında büyük önem taşıyan dinî baskılar da nihayetinde bu siyasetin
parçalarıydı. Milliyet fikrinin henüz İslâm âleminde teşekkül etmediği bir
ortamda, Dârü’l-Harb’den Dârü’l-İslâm’a gidilmesi düşüncesi (hicret kavramının
İslâmiyet’deki yerine de atıfla) gerçekten pek çok Müslüman cemaat lideri
tarafından uygun görülmekteydi. Bir cemaatin göçü muhakkak ki çevresindeki
diğer cemaatleri de etkiliyordu. Her yeni göç dalgasına sebep teşkil eden daimî
ve konjonktürel problemlerin yanısıra, Kırım’daki Kırım Tatar nüfusunun (diğer
unsurlara nazaran) oranının azalması geride kalanların durumunu daha da
zorlaştırıyor ve onların da bir süre sonra göçü düşünmelerine yol açıyordu.
Yalnız Ruslar ve diğer halklar tarafından değil, bizzat kendilerince de
Kırım’ın Kırım Tatar sakinlerinin çoğunluğu potansiyel muhacirler olarak
telâkki edilmekteydi. Ancak, Kırım Tatar toplumunun iç dinamiklerine ait gibi
görülen bu sosyo-kültürel ve psikolojik olgular da nihayetinde hâkim devletin
tavırları ve siyasetine bağlı olarak ortaya çıkıyorlardı.
1783
sonrasında kitle göçü mahiyetindeki ilk dalga 1792–1793 yıllarında gerçekleşti.
Bunu 1802–1803, 1812–1813 ve 1830’lu yıllardaki dalgalar takip etti. 1802-1803
dalgası hariç tutulursa, bu göç dalgalarının Osmanlı-Rus harplerinden hemen
sonra vuku bulması dikkat çeker. Bu tesadüfî değildir. Gerçekten de, her
Osmanlı-Rus savaşında Rusya hükûmeti Kırım Tatarlarını Osmanlıların Kırım’daki
beşinci kolu olarak görmüştü. Esasen Kırım Tatarlarının Osmanlılara yönelik
sempatisi herkesin bildiği çok açık bir vakıaydı. Bununla birlikte, XIX. yüzyıl
ortalarına kadarki dönemde Osmanlı – Rus harpleri esnasında Kırım Tatarlarının
Kırım’da Ruslara karşı sabotaj veya benzeri bir karşı harekete giriştiklerinin
yahut oradaki Rus ahâliye karşı tavır aldıklarının örneği yoktur. Buna rağmen
her savaş halkın üzerinde Rus baskısını artırdığı için göç dalgalarını
getirmiştir.
En
büyük göç dalgası ise yine yukarıda sözünü ettiğimiz faktörlere bağlı olarak
1853–1856 Kırım Harbi’nin müteakip on yıl içinde oldu. İlk defa bu harpte
Müttefik orduları ve şu cümleden de Osmanlı silâhlı kuvvetleri 1854 Eylül
ayında Kırım’da Kezlev sahiline çıktılar. Hakikaten de buralardaki Kırım
Tatarları tarafından sempati ile karşılandılar. Kırım cephesindeki muharebeler
savaşa tarihte "Kırım Harbi" isminin verilmesine yol açacak kadar
önemli olmasına rağmen, bu süreçte Müttefik ordularının işgal ettikleri alan
yarımadanın sadece küçük bir kısmına münhasır kalmıştır. Savaş esnasında
Müttefikler tarafından işgal edilmiş olan Kırım şehirleri yalnızca Akyar
(Sevastopol), Kezlev ve Kerç’den ibaretti. Diğer yerler ise savaş boyunca Rus
hâkimiyetinde kaldı ve buralarda yaşayan Kırım Tatar halkı Rus yetkililerin
büyük baskılarına uğradı. Hattâ Kırım’daki Rus Silâhlı Kuvvetleri Başkumandanı
Büyük Knyaz General Aleksandr Menşikov 1854’de üst üste bir kaç defa
Yalıboyu’nda yaşayan Kırım Tatarlarının kitle halinde Rusya içlerine
sürülmesini emretti. Bu emrin yerine getirilememiş olması sadece savaş şartları
içinde bunun için gereken imkânların bulunamamasındandı. Bununla birlikte, bazı
köylerin bütün ahalisi Kursk Guberniyasına sürüldü. Bu yönde bir fikir yarım
asır önce, 1803’de de dile getirilmiş ve o zaman da imkân yetersizliğinden
uygulanamamıştı. Teknik imkânlar çok sonraları Stalin devrinde 1944’de temin
edilecek ve kitle sürgünü bu sefer dehşet verici bir kesinlikle uygulanacaktı.
1856’da
Müttefiklerce işgal edilmiş bölgelerdeki Kırım Tatarlarından on bin kadarı da,
Müttefik orduları Kırım’dan çekilirken onlarla birlikte vatanlarını terk ederek
Osmanlı topraklarına tahliye ve iskân edildi. Ancak bu ilk kafileler bir kaç
yıl sonraki muazzam dalgaların sadece habercisiydi. Kırım Harbi’nin hemen
sonrasındaki yıllar, Kırım Tatarlarına yönelik fiilî ve psikolojik baskıların
arttığı bir dönem oldu. Bu gayet ciddî sosyal huzursuzluk ortamında Tatarların
Rusya içlerine sürülecekleri söylentileri giderek yaygınlık kazanıyordu. Bundan
ilk etkilenenler eski Kırım Hanlığı ahalisinin en önemli unsurlarından biri
olan ve Kırım Tatar halkının bir parçası olarak olarak nitelendirebileceğimiz
kuzeydeki Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) arazisinde yaşayan Nogaylar oldu.
Nogaylar 1859’da Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik olarak çok büyük bir göç
hareketini başlattılar ve Kıpçak Bozkırları bu göçle tamamen boşaldı. O kadar
ki, bir zamanların büyük ve şanlı Nogay toplumu bu muazzam dalga ve XIX. yüzyıl
sonuna kadarki bir kaç daha küçük göç dalgası neticesinde asırlarca aslî unsuru
olduğu Kıpçak Bozkırları’ndan silindi. Bu halkın günümüzde ancak Dağıstan’ın
kuzeyindeki düzlüklerde kalabilen küçük bir kısmına bakanlar Nogayları bir
Kuzey Kafkasya toplumu sanmakta ve onun asıl tarihî yayılma arazisini gözardı
etmektedirler.
Nogayların
Kırım üzerinden göçü yarımadadaki Kırım Tatarları arasında büyük bir paniğe yol
açtı ve toplum hareketini tetikledi. "Halife’nin memleketine bugün
gidilmezse yarın bu imkânın bulunamayacağı, kalanların zorla Hristiyan
yapılacakları" söylentileri hızla yayıldı. Bu söylentiler doğru olmasa da,
zaten ekonomik açıdan büyük bir çaresizlik içindeki topraksızlaştırılmış Kırım
Tatar köylüleri üzerinde çok etkili oluyordu. Neticede, 1860’da ve (giderek
azalmak kaydıyla) onu takip eden bir kaç yıl içinde en az 200.000 Kırım Tatarı
sefilâne şartlar altında Türkiye’ye gitmek üzere Kırım’ı terk etti. O zamana
kadarki en büyük göç dalgası buydu. Bu muazzam dalga Kırım Tatar halkının
kaderinde en yıkıcı hadiselerden biri olmuştur. Göçle giden Kırım Tatarları
maddî ve manevî açılardan perişan oldukları ve bunun neticesinde nüfus olarak
kırılıp gittikleri gibi, geride kalan Kırım Tatarları da vatanlarında ilk defa
nisbî azınlık haline düştüler. Yarımadanın ekonomisi ise çökme noktasına geldi.
O kadarki, başlangıçta Kırım Tatarlarının gidişini memnuniyetle karşılayan
Rusya Devleti bile yarımadanın maruz kaldığı tahribat dolayısıyla göçü
durdurmaya, hiç değilse yavaşlatmaya çalıştı.
1860-1861
göç dalgasından sonra da 1874, 1890 ve 1902’de yeni göç dalgaları olduysa da
bunların sayıları yüz binlerle değil, on binlerle ifade olunuyordu. 1874 göçü,
o vakte kadar mecburî askerlik vazifesinden muaf olan Kırım Tatarlarına bunun
empoze edilmesiyle tetiklenmişti. Kırım Tatar halkının XIX. asrın son
çeyreğinde İsmail Bey Gaspıralı’nın sahneye çıkmasıyla başlayan millî uyanış
döneminde yeni milliyetçi aydınlar sosyal felâket haline gelen göçleri
önleyebilmek için çok gayret sarfetmişler ve halklarını bu hususta
bilinçlendirmeye çalışmışlardır.
Kırım
Tatarlarının doğrudan Kırım’dan Türkiye’ye göçlerinden başka, pek farkedilmeyen
ikinci bir göçleri daha vardır. XIX. yüzyılın ortalarına kadarki ve özellikle
de 1860’lardaki göçlerle gelen Kırım Tatar muhacirleri Osmanlı topraklarının
muhtelif bölgelerine, bu meyanda Osmanlı Rumelisi’ne de iskân edilmişlerdi.
Rumeli’ne yerleştirilen Kırım Tatarlarından pek çoğu "93 Harbi"ni
yani 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı yaşayarak, daha vatanlarından geleli 20
sene bile olmaksızın artık Bulgaristan yahut Romanya haline gelmiş olan iskân
yerlerinde kendilerini tekrar Hristiyan idaresi altında buldular. Böylelikle,
bu insanların çoğu ikinci bir hicrete, yani Rumeli’nden Anadolu’ya göçe
başladı.
Diğer
bir ifadeyle, 1878 sonrası Rumeli göçleri dediğimiz muazzam göçlerin içinde
Kırım Tatarları da vardı. Bu tarihten sonraki bir yüzyılı aşkın süre içinde
Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Yunanistan’dan ve Makedonya’dan gelen muhacirler
içinde Kırım Tatarları hep olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu bakımdan,
Türkiye’de bazı yerleşim yerlerinde Romanya yahut Bulgaristan muhaciri denenler
arasında aslen Kırım Tatar muhaciri olan pek çok kimse vardır. Hattâ bu
sebepten, yani bir kısım Kırım Tatarlarının meselâ Romanya üzerinden Anadolu’ya
gelmiş olmalarından dolayı onları "Romanya Tatarları" şeklinde ayrı
bir kategori sananlar da çıkmaktadır.
XIX.
ve XX. yüzyılda Osmanlı ülkesine yönelik olarak Kırım, Kuzey Kafkasya, Rumeli
ve diğer yerlerden yapılan göçlerin hepsinin felâketlerle dolu olduğunu
özellikle kaydetmek gerekir. Bu durum, göçe maruz kalan talihsiz halkların
hepsi için geçerliydi. Perişan şartlardaki yolculuklarda gemilerin yahut ilkel
taşıma araçlarının batmasıyla ve başka belâlarla yollarda helâk olanlar, iskânı
bekledikleri yerlerde tarifsiz mahrumiyetler çekip aç ve açıkta kalanlar ve
nihayet yerleştirildikleri mahallerde son derece namüsait tabiat şartları ve
hastalıklar ile mücadele edenler ve böylece on binlercesi eriyip gidenler o
dönem göçlerinin karakteristik parçalarıydı. Bazı muhacir köylerinde
göçmenlerin kırılmasından ölüleri gömecek insan bile kalmadığı bugün dahi
anlatılagelmektedir.
Osmanlı
döneminde hicret eden Kırım Tatarları Rumeli’ne, Anadolu’ya, Suriye’ye ve geniş
Osmanlı coğrafyasının çeşitli vilâyetlerine yerleştirildiler. Göçleriyle kendi
vatanlarını boşaltan bu muhacirler Osmanlı İmparatorluğu’nun demografik
dengesinde Türk ve Müslüman unsur lehine ciddî değişikliğe yol açtılar. Bugün
de Türkiye’nin hemen her yerinde Kırım muhacirlerinin soyundan gelen insanlara
ve onlar tarafından kurulmuş yerleşim yerlerine rastlamak mümkündür. Aynı
şekilde, eski Osmanlı toprakları olan Bulgaristan, Romanya ve hattâ Yunanistan’ın
Batı Trakyası’nda da Kırım Tatar muhacir halkının torunları olan on binlerce
insan yaşamaktadır. Bugün büyük birer merkeze dönüşmüş bir çok yerleşim yeri
Kırım Tatar muhacirleri tarafından kurulmuştur. Hâlen Romanya’nın Dobruca
bölgesinin önemli şehirlerinden olan Mecidiye Kırım Harbi sonrasında gelen
Kırım Tatar muhacirleri için Sultan Abdülmecid’in emriyle (ve onun adını
taşıyarak) inşa edilmiştir. Çukurova’daki Ceyhan da ilk olarak 1859-1860
yıllarında gelen Nogay muhacirleri tarafından Yarsuvat adıyla bir köy olarak
kurulmuş, onlardan hemen sonra gelen Kırım göçmenleriyle de gelişerek zamanla
şimdiki halini almıştır. Yine Balıkesir’in Manyas ve Karaman’ın Ayrancı
ilçeleri de önce Kırım Tatar muhacirleri tarafından köy olarak kurulup,
bilâhare ilçe merkezine dönüşen yerleşim yerlerindendir.
Kırım’dan
Osmanlı İmparatorluğu’na göçler Birinci Dünya Savaşı’na kadar ferdî boyutlarda
da olsa devam etti. Rus İhtilâli’ni müteakip Kırım Tatarları Aralık 1917’de
tarihteki ilk Müslüman ve Türk demokratik parlamentosunu (Kurultay) toplayarak
Kırım Demokratik Cumhuriyeti esasını ilân ettiler. Ancak bu adımlar kalıcı
olamadı. Bunu müteakip üç yıl boyunca Kırım Bolşevik ve anti-Bolşevik (Beyaz)
Rus kuvvetleri arasında el değiştirdi. Bu kanlı arbedede yol bulabilen bazı
Kırım Tatarları bu arada yine Türkiye’ye göçtüler.
Kasım
1920’de Kırım kesin olarak Bolşevik yani Sovyet hâkimiyeti altına girdi. Asıl
büyük felâketler de bundan sonra başladı. Sovyet politikalarının doğrudan bir
neticesi olarak 1921–1922 yıllarında Sovyet Rusya’da benzeri görülmemiş bir
açlık meydana geldi. Bu açlıkta bütün Sovyet Rusya’da beş milyon civarında
insan öldü. Kırım yarımadası da açlığın en feci sahneleriyle yaşandığı
yerlerden biriydi. Nitekim, Sovyet rejiminin bütün engellemelerine rağmen
açlıktan mahvolma durumuna gelmiş yaklaşık on bin Kırım Tatarı bulabildikleri
deniz araçlarıyla Türkiye’ye iltica etti. Tam o günlerde Türkiye İstiklâl
Savaşı vermekteydi. Buna rağmen, bu mülteciler Türkiye’ye kabul ve iskân
edildikleri gibi, tam da Büyük Zafer günlerinde Türkiye’den Kırım’a açlık
yardımı bile gitti.
Kırım’da
Sovyetler hâkimiyetinin kurulmasıyla dış dünya ile irtibat bilfiil koptu.
1930’lu yılların başlarında Stalin, Kırım’da Türk pasaportu taşıyanları sınır
dışı etti. Bunlar vaktiyle bir şekilde Türkiye’ye giderek Osmanlı pasaportu
almış, ancak tekrar Kırım’a dönmüş olan Kırım Tatarları yahut onların soyundan
gelenlerdi. Bu şekilde, sınır dışı edilen ve Türkiye’ye gelenlerin sayısı da
5-10 bin civarında olmalıdır.
İkinci
Dünya Savaşı’nda 1941 yılında Alman ordusu Kırım’a geldikten sonra Kırım
Tatarlarından bir kısmı zorla Ostarbeiter (Doğu işçisi) sıfatıyla Almanya’ya
götürüldü. Bunların yanısıra, Kızıl Ordu’da görev yapmaktayken Almanlara esir
düşmelerini müteakip Alman ordusuna katılanlar da vardı. Savaş sonrasında
Sovyet güçlerine teslim edilmekten mucizevî şekilde kurtulan Kırım
Tatarlarından bir kaç bini 1940’ların sonlarında Orta Avrupa’daki mülteci
kamplarından Türkiye’ye geldi.
1944’de
Kırım Tatarları topyekûn Kırım’dan Orta Asya ve Urallar’a sürüldüler. Artık tek
bir Kırım Tatarı’nın kalmadığı Kırım’dan Türkiye’ye göç olabilmesi de elbette
ki mümkün değildi. Bununla birlikte, Türkiye’ye Kırım Tatar göçleri 1944
sonrasında dahi dolaylı da olsa devam etmiştir. Bu, XX. yüzyılın ikinci yarısı
boyunca Romanya ve Bulgaristan’daki Kırım Tatarlarının bazen toplu, bazen de
münferit olarak Türkiye’ye göçmen olarak gelmeleri şeklinde gerçekleşmiştir.
Kırım
Tatarlarının (kısmen de olsa) tekrar Kırım’a dönebilmeleri ve Türkiye ile
ilişkilerinin yeniden canlanabilmesi ancak Sovyetler Birliği’nin ortadan
kalkmasıyla mümkün oldu. 1990’ların başlarından bu yana Kırım’dan Türkiye’ye
gidip gelen pek çok Kırım Tatarları vardır. Artık gelişler siyâsî sebeplerle
değil, bütünüyle sosyal, ekonomik ve kültürel saiklerle ve geçici süreler için
olmaktadır. Bununla birlikte, bu şekilde gelenler arasında çok az sayıda da
olsa şahsî sebeplerle Türkiye vatandaşlığına geçenler olmaktadır.
İki
yüzyılı aşkın bir süredir Kırım’dan Osmanlı İmparatorluğu’na ve Türkiye
Cumhuriyeti’ne göç eden insanlara ve göç dalgalarına ilişkin çağdaş istatistik
veriler günümüzde henüz ulaşılabilmiş, ortaya konulmuş, yayınlanmış ve işlenmiş
değildir. Hattâ bu hususlarda bir çok bilginin de şu yahut bu şekilde belgelere
yansımadığı, bir kısmının da ebediyyen ortadan kalktığı kabul edilebilir. Bu
bakımdan, Kırım’dan Türkiye’ye tam olarak ne kadar insanın göç ettiği ve hele
bu insanların soyundan Türkiye’de ne kadar insanın yaşadığı gibi çok polemik
konusu olan veriler kolaylıkla ortaya atılabilecek mahiyette değildir. Ancak,
bugünden ve çıplak bir gözle dahi kesin olarak söylenebilecek olan husus bu
olgunun milyonları ihtiva ettiği ve hem Kırım’ın, hem de Türkiye’nin kaderinde
son derece önemli bir rol oynadığıdır. Bu bakımdan, Kırım’dan Türkiye’ye hicret
etmiş olan Kırım Tatarları modern Türkiye’nin etnik terkîbinde kaydadeğer bir
yer tutmaktadır.
Son
iki asır içinde Türkiye’ye yönelik en büyük nüfus hareketleri arasında yer alan
Kırım Tatar göçleriyle gelen muhacirlerin, bu süreç içinde yaşadıkları bütün
sıkıntılara rağmen Türkiye’ye uyumları nisbeten hızlı olmuştur. Türkiye’deki
yerli halkla Kırım muhacirleri arasında şimdiye kadar ciddî denebilecek hiç bir
sürtüşme de bilinmemektedir. Bunda Kırım Tatarlarının dünyadaki bütün Türk
halkları içinde dil, kültür ve tarih bakımından Türkiye Türklerine en yakın
toplumlar arasında olması birinci derecede rol oynamıştır. Türkiye’ye yerleşen
Kırım Tatarları bu ülkenin ve devletin her kademesinde yer ve görev almış,
Türkiye’yi her sahada temsil edegelmişlerdir. Günümüzde hayatta kalan son
İstiklâl Harbi gazisinin 1896’da Kırım’da Akmescit’e bağlı Mamak köyünde doğmuş
Yakup Satar olması da tarihin ilginç bir tecellîsidir.
Bununla
birlikte, göçlerden bu yana geçen zamana rağmen Kırım Tatar muhacirlerinden ve
onların soyundan gelenlerin bir çoğu Kırım’la psikolojik ve kültürel bağlarını
kaybetmemiştir. Bilhassa Kırım muhacirlerinin toplu olarak yaşadıkları yerleşim
yerlerinde Kırım Tatar dil ve kültürünün ana unsurları günümüze kadar muhafaza
edilebilmiştir. Kırım Tatar kültür ve tarihinin büyük tahribata uğradığı genel
olarak Rusya ve Sovyet hâkimiyetleri, özel olarak da 1944 kitle sürgününü
müteakip dönemlerde Kırım’da ve orada yaşayan Kırım Tatarları arasında ortadan
kaybolan sayısız kültürel ve linguistik değer diasporada yaşayabilmiştir.
Kırım
Tatarlarının son iki yüz yıllık tarihindeki en büyük felâketlerden birisi olan
göçler, gerçekte uzak tarihte kalmış bir olgudan ibaret değildir. Neticeleri
itibarıyla Kırım Tatarları bu göçlerden doğan problemleri bugün de
yaşamaktadır. Kırım Tatarları da Kuzey Kafkasya’daki Adigeler ve başka bir kaç
halk gibi dışarıdaki, diasporadaki nüfusu vatanındaki nüfusundan kat be kat
fazla olan halklardan biridir. Bu bakımdan, diaspora ile ilişkiler vatanlarında
varlıklarını çok büyük güçlükler içinde yeniden kurmaya çalışan Kırım’daki
Kırım Tatarlarının kaderinde hayatî bir yer tutmaktadır. Aynı şekilde,
Türkiye’deki Kırım Tatarları Türkiye ile Kırım arasında çok önemli bir köprüyü
ve Türkiye’nin Kırım ile ilgilenmesi için canlı bir vasıtayı da teşkil
etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder