“Kırım
Tarihi” denilince neyi anlıyoruz? Almanların her iki dünya savaşında da bir
türlü vazgeçemediği Kırımı mı? Veya Rusyaların binlerce yıldır ele geçirmekle
yanıp tutuştuğu Kırımı mı? Osmanlıların egemenliğini mi yoksa İtalyan
kolonicilerin bölgenin ticaret merkezi olarak görüp ele geçirme hayallerini mi?
Kırım Savaşı mı yoksa Yalta konferansı mı? Kırımın tarihi kısaca anlatılamaz.
Çünkü Küçük Asya (Anadolu) gibi Kırım da jeopolitik açıdan tüm zamanlarda
bölgenin en önemli cazibe merkezi olmuştur.
“Veni Vidi Vici”
M.Ö.
47 de Anadolu’da, Tokat Zile’de muzaffer Sezar, başkenti Kerç olan Kırımda
kurulmuş bir kralı -Bosporos Kralını- yendiğinde söylemişti bu sözü (Geldim,
gördüm, yendim). Roma, Bizans, Selçuklu, Moğol hâkimiyetlerini gören bunların
kalıntılarını yıkmayıp içine alan bir kültürdür Kırım Kültürü. Bu birikim Kırım
Türkçesine de yansıyacaktır. Söz gelimi bahçelerdeki ‘büyük kapı’ya Kırım
Türkçesinde “porta kapı” denir. “Porta” İtalyancada “kapı” demektir.
Kırım Gotları
“Vae
victis” yenilenlerin vay haline! Kırımda daha sonra Gotları görüyoruz. Kırım
Gotları, Karadeniz çevresindeki topraklarda, özellikle de Kırım'da, yaşamış
olan Got kabilesi. Dilleri olan Kırım Gotçası 17-18. yüzyılda tükenmiştir. Rus
işgali onları da asimile etmiştir.
5.
yüzyıldan itibaren diğer Got halkları gibi Hıristiyanlaşan Kırım Gotları,
500'lü yıllarda Konstantinopolis'teki Ortodoks Kilisesi'ne tamamen bağlandılar.
Hazarlar 787 yılında Güney Kırım'daki Doros (şimdiki Mangup) kalesini ele
geçirdiler ve böylece Gotların Kırım'daki hâkimiyeti sona erdi. (vikipedi)
Kırım
Gotçası, Kırım yarımadasında Kırım Gotları tarafından 18. yüzyıla kadar
konuşulmuş Gotçanın bir lehçesidir. 1800'lerde Habsburglar'ın Osmanlı elçisi
Ogier Ghiselin de Busbecq tarafından bir sözlükle Kırım Gotçasının varlığı
bilinir hale gelmiştir.
Hunlar
Dünya
Tarihinde, eski çağlarda yükselen iki medeniyet -Roma ve Çin- anlatılırken bu
iki medeniyet arasındaki fersah fersah mesafedeki şaşırtıcı ortak yaşam kültürü
dikkat çeker. Zira bu iki medeniyetin kaderini doğrudan etkileyen kültür bir
anda muazzam bir imparatorluğa dönüşür: Hunlar. Önceleri ana devletin bir kolu
olarak Dünya’nın en küçük kıtasını yönetimleri altına alma ülküsünde, Kuzey
Avrupa’dan kavimler göçünü başlatarak Avrupa’nın bugünkü milletlerinin son
şeklini veren Hunların büyük önderi Atilla’nın amcası Aybars’ın hâkimiyeti
altına girerken Kırım Türkleşmeye başlar.
Hazar
Yedinci
yüz yılda Kırım, Hazar Hakanlığının egemenliğine girer. Hazar Hanları, Tudun
ismi verilen valiler vasıtasıyla Kırım'ı yönetirler. Hazar Hakanlığı'nın
yıkılışından sonra da, Kırım, Hazarya adıyla bağımsız bir devlet olarak devam
eder. Hükümdarlarına Orhan yahut Orhon denilen bu Türk devleti, 1083 tarihinde
bağımsızlığını sürdürürler.
Hazar
Kağanı ve yönetim kademesindeki Türklerin çoğu, 740'lı yıllarda Museviliği
benimsemiştir. Birkaç akademisyen, Hazar Türklerinin birçok Doğu Avrupa ve Rus
Yahudisinin ataları olduğunu düşünmektedir.
Tıpkı
Hz. Muhammed’e inen ilk ayetin ilk kelimesi “ikra” (oku) gibi ya da Kutsal
kitap “Kur’an” kelimesi gibi İbranice’de “okumacı” ya da “kitapçı” manasına
gelen Karaylar, daha çok Kırım’da yaşayan Tatarca konuşan Yahudi Türklerdir.
Kırımçaklar ve Karayları anlatmayan Kırım Kültür ve/veya Tarih kitapları hep
yarım kalacaktır. Karaylar’ın bir kısmı daha sonraları Fatih Sultan Mehmed Han
zamanında İstanbul’a yerleştirilirler. Yaşadıkları yer zamanla Karayköy’den
Karaköye dönüşür.
Bulgarlar,
Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar
Hazarlardan
sonra Kırıma sırasıyla Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar egemen oldular.
Onların devirlerinde Kırım Türkleşti.
Suğdak seferi
XIII.
yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kırım’ın önemli bir liman kenti olan
Suğdak’ı ticaret amacıyla ele geçirmesi, bu bölgenin Anadolu ile bağlarını
güçlendirmiştir.
31
Mayıs 1223 tarihinde Sobutay Bahadır ve Cebe Noyan önderliğindeki Moğolların
Rus ve Kumanların üzerine saldıraya geçmesi ile başlayan savaştır. Savaşın
başında Moğollar fazla savaşmadan geri çekildiler. Rus-Kuman orduları zaferi
kazandıklarını sanarak onları kovalamaya başladılar. Moğolların amacı onları
yok edilebilecek bir bölgeye çekmekti. Ruslar ve Kumanlar Moğolları 8 gün
kovaladılar. Moğollar Kalka nehri denilen nehre gelince durup savaşmaya
başladılar. Savaş sonucunda Moğollar kendilerinden sayıca 4 kat üstün Rus-Kuman
ordusunu yendiler. Bu savaşın sonucunda Altınordu bozkırlarında beş yüzyıl
Tatarların egemenliği görülmüştür.
Altınordu
Cengiz
Han’ın ölmeden önce imparatorluk mirasını paylaştırdığı çocuklarından Cuci’ye,
imparatorluğun batı kesimleri düşmüştü. Hazar Denizi ile Aral gölünün batısında
kalan yerler, Cuci’nin çocukları Batu ve Berke tarafından ele geçirilerek
burada büyük bir devlet kuruldu. XIII. yüzyılda Kafkasya, Kırım ve Kıpçak
bozkırlarını içine alan bu bölgede, Moğolların idaresinde, Altın Orda
Devleti’nin hâkimiyeti başlamıştır. Bu dönemlerde Kırım’ın güney sahillerine
gelen Memlükler, bölgenin ticari ve kültürel gelişimine katkıda bulunmuşlardır.
Kırım doğumlu olan Mısır Memlük Sultanı Baybars, Eski Kırım’da bir cami
yaptırarak İslamiyetin bu bölgede yayılmasında rol oynamıştır.
Timur ve sonrası
1391-1395
Timur- Toktamış savaşları neticesinde Altınordu zayıflamış, bu koca devlet
ancak 1502de yıkılabilmiştir. Kırım, Kazan, Sibir, Astrahan, Kasım ve Nogay
Hanlıkları yerlerine kurulmuştur.
Osmanlı
XV.
yüzyılda Altın Orda Devleti’nde artan taht mücadeleleri sonunda devlet iyice
zayıflamıştı.2 Bu mücadelelerde rakip beylerin ve hanların sığındıkları yer
olan Kırım, devlet toprakları içinde önemli bir konumda bulunuyordu. Cengiz Han
soyundan gelen hanedan üyeleri, hükümdarlıklarını burada ilan ediyor ve
başkenti ele geçirmek amacıyla yaptıkları hazırlıklarda bir üs gibi
görüyorlardı. Hacı Giray’ın ölümünden sonra çocukları arasında başlayan taht
mücadelesinden galip çıkan Mengli Giray da babası gibi otoritesini
sağlamlaştırıp Kırım’da tam bir hâkimiyet kurmak istemiştir. Bunun için Osmanlı
Devleti ile ittifak kurarak 1475 yılında Fatih Sultan Mehmed’in ileride
İtalyadaki Torornto yu alacak komutanı Gedik Ahmed Paşa ve kuvvetlerinin
desteğiyle Cenevizlileri, Kefe ve sahil boyundaki tüm liman kentlerinden
çıkarmayı başarmıştır. Aynı zamanda yine bu ittifak sayesinde, 1478 yılında
Kırım tahtını yeniden ele geçirip kendisine muhalif olan kardeşi Nur Devlet
karşısında otoritesini güçlendirmiştir. Yavuz Sultan Selime kızını veren Mengli
Giray, Kanunî Sultan Süleyman’ın da dedesidir.
Kırım
yarımadasında ve Kırım Hanlığı’na ait topraklarda Osmanlı egemenliği, 1475
yılından itibaren yaklaşık üç yüz yıl sürmüştür. Bu zaman dilimi içinde Osmanlı
kurumları ve medeniyeti Kırım yarımadasında her alanda etkisini göstermiştir.
Hanlar
Kırım
kuvvetleri, bir Osmanlı savaşına ilk defa, Sultan II. Bayezid'in, 1484'teki
Akkerman Seferi'nde katıldılar. 1502'de ise Mengli Giray Saray'a hücum etti ve
Altın Ordu Hanlığı'na son büyük darbeyi vurdu. Bundan sonra Kırım Hanlığı,
Altın Ordu topraklarında hakimiyet kurmaya başladı, Kazan ve Astrahan
Hanlıkları da ele geçirildi.
1521'de
Mehmed Giray, Moskova'yı kuşatıp, Rusları yenerek onları vergiye bağladı.
Ruslar, vergiyi, I. Petro zamanına kadar ödediler.
1551'de
tahta geçen I. Devlet Giray, 1571'de başarılı bir seferle Moskova'yı kuşattı.
Çerkezler, Nogaylar ve Kıpçaklar gibi halklardan oluşan büyük ordusuyla Rusları
yendi ve Moskova'yı yaktı. Bu seferden sonra Devlet Giray, ertesi yıl için tüm
Rusya'yı içine alan büyük çaplı bir fetih planı hazırladı, ancak 1572'de
Moskova'nın 60 km güneyinde, Molodi'de uğranılan büyük yenilgi üzerine plan
iptal oldu
"Bora"
lâkaplı II. Gazi Giray 1591'de Moskova üzerine yürüdü, büyük başarılar kazandı
ve Ruslar bir kez daha vergi ödemeye mecbur kılındı. Rus milleti ancak bu
tarihten sonra güney steplerinde savunma tedbirleri almaya başlayabildi. II.
Gâzi Giray, Osmanlı-Avusturya savaşlarında büyük başarılar kazandı, Macaristan
seferlerine katıldı ama 1607'de vebadan yaşamını yitirmiştir. II. Gazi Giray
sanatkâr kişiliğiyle ün salmış, besteleri günümüzde sanatseverler tarafından
icra edilmektedir.
17.
yüzyılın sonlarına gelirken Moskova çarlığı artık güçlü bir devlet olan Rus
İmparatorluğu hâline gelmişti; Tatarlar için artık Moskova'yı yağmalamak veya
vergiye bağlamak çok zordu. Moskova dışında ise Lehistan oldukça güçlenmiş,
Rusya'nın her yerine yayılan Kozaklar ise devamlı akınlarda bulunacak konuma
gelmişlerdi.
Hiçbir
kaynakta doğrulanmamış olsa da II. Viyana Kuşatması'nda yaşanan bozgunun
faturası Murat Giray'a mâl edilir. I. Selim Giray, Bozgundan sonra Osmanlı’yı
ve Kırım’ı bitirmeyi hedefleyen Kutsal İttifak güçlerinin Osmanlı Devleti'ne
karşı giriştiği savaşlarda önemli rol oynayarak Rusların Kırım Seferlerini,
Lehlerin 1687-1688 seferlerini püskürtmüş, dört kez geçtiği Kırım tahtında
büyük başarılar elde etmiştir.
Nogay göçleri
Kazan
ve Astrahan Hanlıklarının Rusya'ya tabi olmasından sonra (1552-1557), Nogay Hanlığı birkaç zümreye ayrılmış, Kafkasya'nın kuzeyindekiler "Küçük Orda",
Emba gölü civarında bulunanlarına "Altıkul Ordası" denmiş, İsmail
Han'ın idaresinde kalanlar ise "Büyük Nogay Ordası" adı altında
birleşmiş ve IV. İvan'ın hâkimiyetini tanımışlardır (1555-1557).
Küçük
Orda Nogayları üzerinde Rus nüfuzu, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra
başlamış, bunlar Kazaklar tarafından batıya göçmeye zorlanarak "Bucak
Ordası", "Yedisan Ordası", "Canıbuyluk Ordası",
"Yedikul", "Azak", "Kuban" gibi bölümlere ayrılmış
ve Kırım Hanlığı'na tabi olmuşlardır. Bunlardan bir kısmı Kırım Hanlığı'nın
askeri gücü olarak kullanılmışlardır. Sonraları mühim bir kısmı, Türkiye'ye göç
ederek Anadolu'da iskân edilmişlerdir.
Celay-i Vatan
1596-1610 yılları arasında Osmanlı Anadolusunda meydana gelen ve “Celâli Fetreti” diye adlandırılan bu dönemde Anadolu baştan başa harap oldu. Halk, köylerden şehirlere kaçtı, gittiği yerlerde de emniyet kalmayınca başka bölgelere sığındı. Anadolu’daki insanların varlıklı olanları İstanbul’a, Rumeli’ye ve Kırım’a göçtüler.
Rus İşgali
1596-1610 yılları arasında Osmanlı Anadolusunda meydana gelen ve “Celâli Fetreti” diye adlandırılan bu dönemde Anadolu baştan başa harap oldu. Halk, köylerden şehirlere kaçtı, gittiği yerlerde de emniyet kalmayınca başka bölgelere sığındı. Anadolu’daki insanların varlıklı olanları İstanbul’a, Rumeli’ye ve Kırım’a göçtüler.
Rus İşgali
Selim
Giray'ın başarılarına rağmen Osmanlı Devleti bu savaşları kaybedip Karlofça
Antlaşması'nı imzaladı. Sonraki dönemlerde Osmanlı'nın Avrupa karşısında
gerilemesi ve Rus Çarlığı'nın büyük yükselişi Kırım'ı oldukça etkiledi.
1735-1739
Osmanlı-Rus Savaşı içerisinde, 1736'da, Ruslar Bahçesaray'a kadar inip bölgeyi
yağmaladılar.
1768-1774
Osmanlı-Rus Savaşı'nda; Besarabya 1770'lerde, Kırım Yarımadası da 1771'de,
Ruslar tarafından işgal edildi. Bu saldırılara Kırım Giray karşı koymaya
çalıştı. Savaşı sona erdiren 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması
ile Kırım, Osmanlı himayesinden çıkartılıp bağımsız hale getirildi. Sadece dînî
işler için Osmanlı halifesinin yetkisi tanındı. Osmanlı, Rus işgalindense,
bağımsız Kırım'ı korumaya razıdır.
1777'de
Rus yanlısı olarak bilinen Şâhin Giray tahta geçti, Osmanlı yanlısı olan II.
Bahadır Giray, hanlık mücadelesinde Şahin Giray'ı yenemedi. Osmanlı Hakanının
tasdik etmediği han'ı Kırım halkı da tanımamakta idi. 1782'de halk ayaklandı.
Şahin Giray'ın kuvvetlerini dağıttılar. Han, yine Ruslara sığındı. Sonra, Rus
ordusunun desteğinde yeniden Kırım'a girdi. Rus ordusu otuz bin Kırımlıyı
kılıçtan geçirdi ve 8 Nisan 1783'te II. Katerina, Kırım'ı Rusya'ya ilhak
ettiğini ilan etti. Çariçe İkinci Katerina, Avusturya İmparatorunu, ele geçirdiği
ülkeyi göstermek üzere yanına alarak Kırım'a geldi ve burada taç giyme töreni
yaptı Şahin Giray ise daha sonra Ruslar'dan istediğini bulamayıp İstanbul'a
sığındıysa da önceki hareketlerinin bedeli olarak Rodos'a sürülüp orada idam
edildi.
Göçler
Ardından
Kırım'dan ardı arası kesilmeyen göçler başladı. Ruslar ilk hamlede yetmiş beş
bin Rus'u Kırım'a yerleştirdiler. Osmanlı için savaşmaktan gayri çare kalmamıştı;
ama, bunu yapacak gücü de yoktu. Kırım'ın köyleri harab olmuştu. Kırım'dan
Anadolu'ya büyük göçler yaşandı ve Kırım Tatarlarının sayısı giderek azaldı.
Bir yandan da Çarlar durmadan Rus nüfusu yerleştirmeye gayret ettiler. 1785-90
arasında büyük göçler yaşandı. Ruslar, dağlık ve orta bölgelerdeki Türkleri
yerlerinden ettiler. Giray sülalesi mensupları da dâhil halk, varını yoğunu yok
bahasına elinden çıkartarak Anadolu ve Balkanlardaki Osmanlı topraklarına göçtüler.
Göçmenleriden boşalan topraklar Ruslara ve Kiliseye dağıtıldı. Osmanlı
kayıtlarına göre 1784-1790 arasında beş yüz bin Türk Kırım'ı terketmiş,
bunların ancak üç yüz bini Osmanlıya ulaşabilmişti. Kendi topraklarında kalan
Türkler topraklarıyla birlikte satılan köle durumuna düşmüştü. Osmanlıya göçten
başka yaşama imkânı kalmayan Kırım Türklerinin göçünü Çar da çeşitli yollarla
destekliyordu
1854-1862
arasında, sahillerdeki bütün Türklerin Rusya'nın içlerine göçü emredildi;
Kırım, Türklerden arındırılıyordu. Or-Kapı çevresindeki Nogaylar da bu göçe
katılmış ve resmi rakamlara göre iki yüz otuz iki bin Türk Kırım'dan
uzaklaşmıştı. Gaspıralı İsmail Beğ'in verdiği rakamlara göre, 20. yüzyılın
başına kadar Kırım'dan 1.200.000 (bir milyon iki yüz bin) Türk göç etmişti.
Kırım
siyasî ve istisadi bağımsızlığını kaybetmenin yanında, kültürel açıdan da tam
bir kıskaca alınmıştı. Bir yandan durmadan Rus kolonileri kuruluyor, nüfus
yerleştiriliyor, bir yandan kiliseler yoluyla Hristiyanlaştırma çalışmaları
yapılıyordu. Gayenin Ruslaştırmak olduğu açıkça ifade ediliyor ve cami ve
medreseler kapatılıyordu.
Bundan
tam 161 yıl önce yine Rusya savaş ilan etmeden Osmanlı toprakları olan bugünkü
Moldova ve Romanya'yı işgal etti. Osmanlı, 4 Ekim 1853'te Rusya'ya
topraklarından çekilmesi için nota verdi ve 15 gün süre tanıdı. Rusya bu notaya
kayıtsız kaldı ve verilen sürenin sonunda savaş başladı. Ve Batum'a yardım
götüren Osmanlı donanması Sinop açıklarında batırıldı. Rusların bu ani hareketi
İstanbul'u tehlikeye düşürdü.
Bunun
üzerine Fransa ve İngiltere devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi. Fakat
Rusya uzlaşmayı kabul etmedi ve Tuna Nehri'ni geçerek Osmanlı topraklarında
ilerlemeye başladı.
Bunun
üzerine Türkiye, Fransa ve İngiltere Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım
yarımadasında cephe açtılar. 20 Eylül 1854'te 60 bin Osmanlı, 30 bin Fransız ve
21 bin İngiliz askerinden oluşan müttefik kuvvetler 89 harp ve 267 nakliye
gemisiyle Kırım yarımadasına çıktılar. 1855 ilkbaharında 140 bin müttefik
kuvveti daha Kırım'a çıkarıldı.
Ruslar
mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldı. Ancak, Türkiye imparatorluk döneminde
ilk dış borçlanmasını Kırım harbi nedeniyle yaptı. Ve 1854'te Paris ve
Londra'daki Palmer ve Goldschmid isimli iki banka grubuna yüzde 7.5 faiz, 33
yıl vade ile 5 milyon İngiliz sterlini borçlandı.
Uğranılan
ağır zayiatlarla 1815-1914 arasındaki en büyük can kaybına sahne olan ve
müttefiklerin zaferiyle 30 Mart 1856 Paris Barış Antlaşması ile sona eren Kırım
Savaşı, ifade edildiği gibi modern savaşların ne ölçülerde şiddetli ve kanlı
olarak cereyan edeceğini gösteren bir örnek oldu. “Yüz binlerce askerin on
binlerce kilometre uzaklıktan, her türlü mühimmatıyla beraber Kırım’a
taşınmaları, askeri amaçlı demiryollarının inşası, telgraf hatlarının çekilmesi
ve modern anlamda, özellikle zırhlı buharlı gemilerden oluşan donanma
faaliyetleri, savaşın boyutlarındaki” büyüklüğü gözler önüne serdi. Ayrıca bu
savaşta Osmanlı başkenti İstanbul tarihinde ilk defa göreceği yoğunlukta bir
yabancı asker kitlesine diplomat trafiğine, yaralı asker ve mühimmat
yığılmasına ve çok sayıda askerin gelmesine ve göçlere şahit oldu. Yine Osmanlı
Devleti açısından ağır masraflar sebebiyle ilk defa dış kaynaklı borçlanmaya sebep
olan Kırım Savaşı, telgraf, fotoğraf ve gazetelerle günlük olarak belgelenen
ilk büyük savaş olmasıyla, küresel
çatışmalar açından yeni bir çığır açtı.
19.
yüzyıl Avrupa tarihinin önemli bir sayfasını işgal eden bu savaş; ittifaklarla,
topyekûn, uzak mesafeli, askeri harekâtlar ve modern cephe savaşlarının da ilki
sayılır. “ilklerin savaşı” olarak adlandırılan bu savaşta, askeri harekâtlardan
başka, sağlık, haberleşme, lojistik, pek çok yeni uygulamaları da beraberinde
getirmiştir.
Uygulanan
teknikler ve stratejiler bakımından da sanayi devrinin ilk modern savaşı olan
Kırım Savaşı’nda denizde zırhlılar, karada obüsler kullanılmış, 1742 yılında
keşfedilen namlusu yivli tüfekler, Kırım’da operasyonel hale getirilmiş. Savaş
basını ilk kez Kırım Savaşı’nda ortaya çıkmış, ilk savaş fotoğrafları İngiliz
ve Fransız gazeteciler tarafından çekilmiş.
Görselleştirilmiş
haberleriyle resimli dergiler, yaşanmakta olan bir savaşın korkunçluğunu,
ülkedeki eskimiş bir askeri sistemin beceriksizliklerini sergilemişlerdir.
İlk
meteoroloji ağını, Karadeniz’de çıkan şiddetli bir fırtınanın ardından, 14
Kasım 1854’te, Fransız uzmanlar Urbain ve Verrier kurmuş; 1793’te Chappe’nin
bulduğu hava telgrafı Fransızlar tarafından Kırım Savaşı sırasında kullanılmış,
İngilizler de, Karadeniz’in dibine, Bükreş ile Balıkova’yı birbirine bağlayan
elektrikli telgraf hattı döşemiştir.
Savaşta,
askerler arasında salgın biçiminde ortaya çıkan kolera, iskorbüt, dizanteri ve
tifüs gibi hastalıklar sağlık hizmetlerinin önemini artırmıştı. İstanbul’da
adına bir hastane de bulunan Florence Nightingale önderliğinde 40 İngiliz
hemşire ve “Filles De Charité” adlı bir Fransız kuruluşunun gönderdiği 300
kadar Fransız hemşire, bugün de açık olan La Paix Hastanesi’nde hizmet
vermiştir. İlk anestezi malzemeleri de bu savaş sırasında, askerlerin kol ve
bacaklarını kesmek gerektiğinde kullanılmıştı.
Savaşta,
ünlü yazar Tolstoy da topçu subayı olarak Rus ordusunda görev yapmıştır.
Belediye
kurumuna benzer ilk yapı olan Şehremaneti, Kırım Savaşı sırasında kurulmuş,
Şehircilik Komisyonu, İstanbul’u 14 mahalleye ayırmıştı. Azınlıkların ve
Levantenler’in geleneksel kıyafetlerini terk ederek Batı tarzı giyime
yönelmeleri de
Kırım
Savaşı, Avrupa ile ilişkilerimiz açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Savaşı
sona erdiren 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması, Osmanlı Devleti’ni ilk kez
Avrupa devleti olarak gören ve Avrupalı Devletler Topluluğu’na kabul eden belge
olma özelliği ile de tarihe geçmiştir.
Türk milliyetçiliği
doğuyor
Dilde,
fikirde, işte birlik: Türk halklarının birlikteliğin formülü olan bu söz,
Rusyanın Kırımı Ruslaştırma programına tepki neticesinde şekillenmiştir. Bin
sekizyüzlü yılların ikinci yarısında ünlü Rus romancısı Turganyev’in yanında
çalışan Gaspıralı İsmail bey, milli şuurun oluşması için temel ilkenin eğitim
olduğunu savunarak daha etkili okuma yazma sistemi geliştirdi. “Usulü Cedit” (yeni
metod) adıyla anılan ve sadece 15 günde okuma yazmayı öğretmeyi hedefleyen bu
sistem çok başarılı olup Kırım hudutlarını aşarak Tüm Türk Dünyasına hatta
Mısır’a kadar yayıldı.
Rusya
yasaklayana dek neşrettiği dergiler, kitaplar ve ünlü gazetesi Tercüman Türkçe
konuşulan her yerde okundu böylelikle Gaspıralı Türk milliyetçiliğinin doğuşuna
sebep oldu.
İslam âleminin ilk
demokratik Cumhuriyeti
Ekim
1917 de Moskovada cereyan eden devrim sonrası Kırım Tatarları 26 Aralık 1917
tarihinde Numan Çelebi Cihan başkanlığında kurulan Cumhuriyet, her ne kadar Kırım
Tatarları'nın oluşturduğu Kurultay'ın girişimleriyle kurulmuş olsa da
yarımadada yaşayan tüm etnik kimliklerin eşitliğine dayanmaktadır.
Bayrağı
Kırım Hanlarının Tarak Damgalı mavi bayrak, milli marşı Numan Çelebicihanın
“Ant Etkenmen” şiiri kabul edilmiştir.
Ukrayna,
Kurultay toplantısına hayırlama mektubunu yollamıştır. Rusya'nın Bolşevik
Hükümeti ise Kırım Tatar Kurultayı'nı ve Hükümeti'ni tanımamıştır. İhtilal
Komitesi, Karadeniz Filosu'nun gemilerini Akyar'dan Kezlev, Yalta, Kefe, Kerç
ve diğer şehirlerine yollayıp Cumhuriyet askerleriyle savaşmaya başlamıştır.
16
Ocak'dan Şubat'ın başına kadar Akyar ve Bahçesaray yakınlarında savaş sürdü.
Süyren köyünün yakınlarında 40 bin kişilik Bolşevik ordusu ile savaşa giren 3
bin kişilik Cumhuriyet ordusu yenilgiye uğradı. Bunun ardından, Kırım'ı istila
eden Bolşevikler, Kırım Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin Başkanı Numan Çelebicihan
Akyar'da 23 Şubat 1918 idam ederek Cumhuriyeti yıktıklarını ilân ettiler.
Sovyetler
Çarlık
Rusyası’nın işgalinin neticesinde Kırımdaki Ruslaştırma programı, Sosyalist
Devrim sonrası, devrimin getirdiği sıcak havaya -halkçılığa- rağmen
bilinçaltlarından sökülüp atılamayan kinlerin neticesinde Kırım’da zaten zor
olan hayat, bir de Sovyetlerin dine olan olumsuz tutumları neticesinde yaşanmaz
bir hale gelmiştir.
18
Ekim 1921'de bir kararname ile Bolşevikler Veli İbrahim başkanlığında Kırım
Sovyet Cumhuriyeti'ni kurdular. Bolşevikler diğer Rus
unsurlarla mücadele içinde olduklarından, önce yumuşak davrandılar. Kırım'ın
muhtar bir cumhuriyet olacağı vaadinde bulundular. Türkçe resmi dil kabul
edilip, daha önce topraklarından sürülmüş olanlara topraklarının geri verilmesi
gibi tedbirler ilân edildi. Bu tedbirler yerine getirilmediyse de, 1928 yılına
kadar Kırım Türk Cumhuriyeti özerk bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürdü.
Hükümetin başında bir Türk vardı ve üyelerinin çoğunluğu da Türk idi. Özel
mülkiyete de izin verildiğinden istikrarlı bir gelişme yolu açılmaktaydı.
Türkler tarafından çeşitli edebi, kültürel dergiler ve gazeteler çıkarılmaya
başlandı. 1928'de özel mülkiyetin kaldırılması ile yeni ve yıkıcı bir dönem daha
başladı.
1913'ten
itibaren sistemli bir şekilde Yahudi nüfus, Kırım'a yerleştirilmekteydi. Öyle
ki 1928'den sonra, burada bir Yahudi Cumhuriyeti kurulması için çalışmalara
girişildi. Komünist Türkler de buna karşı çıktılar. Aydın kesimin bir kısmı öldürüldü,
üç bin beş yüz kişi de Kırım dışına sürgün edildi. 1928-31 yılları arasında da,
toprakları ellerinden alınanların direnmesi üzerine kırk bin civarında Kırımlı,
Ural bölgesine sürgün edilmişti. 1931-1934 yılları arasında yaşanan kıtlık da,
Kırımlılara çok acıya mal oldu. Bundan sonraki yıllarda da, Ruslaştırma
icraatlarına karşı gelen sayısız Kırımlı aydın öldürüldü yahut sürgün edildi.
Kara gün: 1944
İkinci
Dünya Savaşı ise bir başka büyük felaketle geldi. Almanlar Kırım'ı işgal
ettiklerinde birçok Kırımlı, Şark İşçisi adı altında kafileler halinde
Almanya'ya sevk edilmiş ve yerlerine Almanların yerleştirilmesi kararı
alınmıştı. Buna karşı çıkan Kırımlılar şiddete tabi tutulmuş, 168 Türk köyü yakılıp
yıkılmıştı.
Almanların
çekilmesinden sonra Kırım'ı yeniden işgal eden Ruslar, birçoğu Rus ordusunda
Almanlar'a karşı dövüşmüş olan Kırımlı Türklerin yediden yetmişe tamamını
sürgün ettiler. Tarihte emsali görülmemiş bir hadise olarak 1944 yılında alınan
bu kararla, Kırım'da tek Türk bırakılmadı; Sibirya ve diğer bölgelere sürülen
bu insanların yerine Ruslar getirilerek yerleştirildiler. Bu sürgünde sayısız
insan, vahşice dolduruldukları vagonlar içinde ve gittikleri sürgün yerlerinde
Kırım'ın uzağında can verdiler.
Sürgün sonrası
Kırım,
1954 Şubat'ında çıkartılan bir kararname ile Rusya Federasyonu'ndan
çıkartılarak Ukrayna'ya bağlandı. Kırım'da artık Türk
kalmamıştı.
Kırım
Türkleri dağıldıkları uzak bölgelerde, yeniden anavatanlarına dönmek için
mücadeleler verdiler, olmadık sıkıntılara göğüs gerdiler. Sovyet Hükümeti 5 Eylül
1967'de yayımladığı bir kararname ile Kırım Tatarlarına haksızlık yapıldığını
kabul etti; ama vatanlarına dönüş izni vermedi. Mustafa Cemiloğlu ve
arkadaşlarının öncülüğünde Daha önce, 1987'de Moskova'da Kırımlıların yaptığı
büyük miting bütün dünyanın ilgisini çekmiş ve Kırımlıların vatanlarına
dön-melerine Sovyet hükümeti razı olmuştu. Ancak, ciddi hiç bir adım
atılmamıştı. 1989'da Taşkent'te Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı kuruldu.
1989'dan
itibaren her yana dağılmış olan Kırımlılar, her türlü yokluk ve sıkıntıyı göze
alarak Anavatanlarına dönmeye başladılar. Anavatana göç halen de devam etmekte
ve Kırım'daki Türk nüfusu giderek artmaktadır.
12
Şubat 1991'de Ukrayna'ya bağlı olarak Kırım Muhtar Cumhuriyeti kuruldu. 26
Haziran 1991'de İkinci Kırım Tatar Millî Kurultayı toplanarak, Kırım
Tatarlarının kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceğini ilân eden
"Kırım Tatarlarının Millî Ege-menlik Bildirisi"ni yayımladı ve Kırım
Tatar Millî Meclisi'nin 33 kişilik üyesini seçti. Meclis baş-kanlığına Mustafa
Cemil Kırımoğlu getirildi.
Kırım
Yüksek Sovyeti ise hazırladığı Ana-yasa'da Kırım Tatarlarını görmezlikten
geliyordu. Kırım Tatarları direniş hareketlerine girdiler. Yüksek Sovyet'in
hazırladığı seçim kanununda da Tatarlar dikkate alınmadı. Bu durumların düzeltilmesi
için mücadelelere girildi. Sonunda, Kırım Tatarlarına on dört milletvekilliği
kontenjanı tanındı ve Kırım Tatarları hükümet içinde görev almaya başladılar
dersefa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder