kısa tarih


“Kırım Tarihi” denilince neyi anlıyoruz? Almanların her iki dünya savaşında da bir türlü vazgeçemediği Kırımı mı? Veya Rusyaların binlerce yıldır ele geçirmekle yanıp tutuştuğu Kırımı mı? Osmanlıların egemenliğini mi yoksa İtalyan kolonicilerin bölgenin ticaret merkezi olarak görüp ele geçirme hayallerini mi? Kırım Savaşı mı yoksa Yalta konferansı mı? Kırımın tarihi kısaca anlatılamaz. Çünkü Küçük Asya (Anadolu) gibi Kırım da jeopolitik açıdan tüm zamanlarda bölgenin en önemli cazibe merkezi olmuştur.

“Veni Vidi Vici”
M.Ö. 47 de Anadolu’da, Tokat Zile’de muzaffer Sezar, başkenti Kerç olan Kırımda kurulmuş bir kralı -Bosporos Kralını- yendiğinde söylemişti bu sözü (Geldim, gördüm, yendim). Roma, Bizans, Selçuklu, Moğol hâkimiyetlerini gören bunların kalıntılarını yıkmayıp içine alan bir kültürdür Kırım Kültürü. Bu birikim Kırım Türkçesine de yansıyacaktır. Söz gelimi bahçelerdeki ‘büyük kapı’ya Kırım Türkçesinde “porta kapı” denir. “Porta” İtalyancada “kapı” demektir.

Kırım Gotları
“Vae victis” yenilenlerin vay haline! Kırımda daha sonra Gotları görüyoruz. Kırım Gotları, Karadeniz çevresindeki topraklarda, özellikle de Kırım'da, yaşamış olan Got kabilesi. Dilleri olan Kırım Gotçası 17-18. yüzyılda tükenmiştir. Rus işgali onları da asimile etmiştir.
5. yüzyıldan itibaren diğer Got halkları gibi Hıristiyanlaşan Kırım Gotları, 500'lü yıllarda Konstantinopolis'teki Ortodoks Kilisesi'ne tamamen bağlandılar. Hazarlar 787 yılında Güney Kırım'daki Doros (şimdiki Mangup) kalesini ele geçirdiler ve böylece Gotların Kırım'daki hâkimiyeti sona erdi. (vikipedi)

Kırım Gotçası, Kırım yarımadasında Kırım Gotları tarafından 18. yüzyıla kadar konuşulmuş Gotçanın bir lehçesidir. 1800'lerde Habsburglar'ın Osmanlı elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq tarafından bir sözlükle Kırım Gotçasının varlığı bilinir hale gelmiştir.



Hunlar
Dünya Tarihinde, eski çağlarda yükselen iki medeniyet -Roma ve Çin- anlatılırken bu iki medeniyet arasındaki fersah fersah mesafedeki şaşırtıcı ortak yaşam kültürü dikkat çeker. Zira bu iki medeniyetin kaderini doğrudan etkileyen kültür bir anda muazzam bir imparatorluğa dönüşür: Hunlar. Önceleri ana devletin bir kolu olarak Dünya’nın en küçük kıtasını yönetimleri altına alma ülküsünde, Kuzey Avrupa’dan kavimler göçünü başlatarak Avrupa’nın bugünkü milletlerinin son şeklini veren Hunların büyük önderi Atilla’nın amcası Aybars’ın hâkimiyeti altına girerken Kırım Türkleşmeye başlar. 


Hazar
Yedinci yüz yılda Kırım, Hazar Hakanlığının egemenliğine girer. Hazar Hanları, Tudun ismi verilen valiler vasıtasıyla Kırım'ı yönetirler. Hazar Hakanlığı'nın yıkılışından sonra da, Kırım, Hazarya adıyla bağımsız bir devlet olarak devam eder. Hükümdarlarına Orhan yahut Orhon denilen bu Türk devleti, 1083 tarihinde bağımsızlığını sürdürürler.

Hazar Kağanı ve yönetim kademesindeki Türklerin çoğu, 740'lı yıllarda Museviliği benimsemiştir. Birkaç akademisyen, Hazar Türklerinin birçok Doğu Avrupa ve Rus Yahudisinin ataları olduğunu düşünmektedir.

Tıpkı Hz. Muhammed’e inen ilk ayetin ilk kelimesi “ikra” (oku) gibi ya da Kutsal kitap “Kur’an” kelimesi gibi İbranice’de “okumacı” ya da “kitapçı” manasına gelen Karaylar, daha çok Kırım’da yaşayan Tatarca konuşan Yahudi Türklerdir. Kırımçaklar ve Karayları anlatmayan Kırım Kültür ve/veya Tarih kitapları hep yarım kalacaktır. Karaylar’ın bir kısmı daha sonraları Fatih Sultan Mehmed Han zamanında İstanbul’a yerleştirilirler. Yaşadıkları yer zamanla Karayköy’den Karaköye dönüşür.

Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar
Hazarlardan sonra Kırıma sırasıyla Bulgarlar, Peçenekler, Kıpçaklar, Kumanlar egemen oldular. Onların devirlerinde Kırım Türkleşti.

Suğdak seferi
XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kırım’ın önemli bir liman kenti olan Suğdak’ı ticaret amacıyla ele geçirmesi, bu bölgenin Anadolu ile bağlarını güçlendirmiştir.

31 Mayıs 1223 tarihinde Sobutay Bahadır ve Cebe Noyan önderliğindeki Moğolların Rus ve Kumanların üzerine saldıraya geçmesi ile başlayan savaştır. Savaşın başında Moğollar fazla savaşmadan geri çekildiler. Rus-Kuman orduları zaferi kazandıklarını sanarak onları kovalamaya başladılar. Moğolların amacı onları yok edilebilecek bir bölgeye çekmekti. Ruslar ve Kumanlar Moğolları 8 gün kovaladılar. Moğollar Kalka nehri denilen nehre gelince durup savaşmaya başladılar. Savaş sonucunda Moğollar kendilerinden sayıca 4 kat üstün Rus-Kuman ordusunu yendiler. Bu savaşın sonucunda Altınordu bozkırlarında beş yüzyıl Tatarların egemenliği görülmüştür.

Altınordu
Cengiz Han’ın ölmeden önce imparatorluk mirasını paylaştırdığı çocuklarından Cuci’ye, imparatorluğun batı kesimleri düşmüştü. Hazar Denizi ile Aral gölünün batısında kalan yerler, Cuci’nin çocukları Batu ve Berke tarafından ele geçirilerek burada büyük bir devlet kuruldu. XIII. yüzyılda Kafkasya, Kırım ve Kıpçak bozkırlarını içine alan bu bölgede, Moğolların idaresinde, Altın Orda Devleti’nin hâkimiyeti başlamıştır. Bu dönemlerde Kırım’ın güney sahillerine gelen Memlükler, bölgenin ticari ve kültürel gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Kırım doğumlu olan Mısır Memlük Sultanı Baybars, Eski Kırım’da bir cami yaptırarak İslamiyetin bu bölgede yayılmasında rol oynamıştır.

Timur ve sonrası
1391-1395 Timur- Toktamış savaşları neticesinde Altınordu zayıflamış, bu koca devlet ancak 1502de yıkılabilmiştir. Kırım, Kazan, Sibir, Astrahan, Kasım ve Nogay Hanlıkları yerlerine kurulmuştur.

Osmanlı
XV. yüzyılda Altın Orda Devleti’nde artan taht mücadeleleri sonunda devlet iyice zayıflamıştı.2 Bu mücadelelerde rakip beylerin ve hanların sığındıkları yer olan Kırım, devlet toprakları içinde önemli bir konumda bulunuyordu. Cengiz Han soyundan gelen hanedan üyeleri, hükümdarlıklarını burada ilan ediyor ve başkenti ele geçirmek amacıyla yaptıkları hazırlıklarda bir üs gibi görüyorlardı. Hacı Giray’ın ölümünden sonra çocukları arasında başlayan taht mücadelesinden galip çıkan Mengli Giray da babası gibi otoritesini sağlamlaştırıp Kırım’da tam bir hâkimiyet kurmak istemiştir. Bunun için Osmanlı Devleti ile ittifak kurarak 1475 yılında Fatih Sultan Mehmed’in ileride İtalyadaki Torornto yu alacak komutanı Gedik Ahmed Paşa ve kuvvetlerinin desteğiyle Cenevizlileri, Kefe ve sahil boyundaki tüm liman kentlerinden çıkarmayı başarmıştır. Aynı zamanda yine bu ittifak sayesinde, 1478 yılında Kırım tahtını yeniden ele geçirip kendisine muhalif olan kardeşi Nur Devlet karşısında otoritesini güçlendirmiştir. Yavuz Sultan Selime kızını veren Mengli Giray, Kanunî Sultan Süleyman’ın da dedesidir.

Kırım yarımadasında ve Kırım Hanlığı’na ait topraklarda Osmanlı egemenliği, 1475 yılından itibaren yaklaşık üç yüz yıl sürmüştür. Bu zaman dilimi içinde Osmanlı kurumları ve medeniyeti Kırım yarımadasında her alanda etkisini göstermiştir.

Hanlar
Kırım kuvvetleri, bir Osmanlı savaşına ilk defa, Sultan II. Bayezid'in, 1484'teki Akkerman Seferi'nde katıldılar. 1502'de ise Mengli Giray Saray'a hücum etti ve Altın Ordu Hanlığı'na son büyük darbeyi vurdu. Bundan sonra Kırım Hanlığı, Altın Ordu topraklarında hakimiyet kurmaya başladı, Kazan ve Astrahan Hanlıkları da ele geçirildi.
1521'de Mehmed Giray, Moskova'yı kuşatıp, Rusları yenerek onları vergiye bağladı. Ruslar, vergiyi, I. Petro zamanına kadar ödediler.

1551'de tahta geçen I. Devlet Giray, 1571'de başarılı bir seferle Moskova'yı kuşattı. Çerkezler, Nogaylar ve Kıpçaklar gibi halklardan oluşan büyük ordusuyla Rusları yendi ve Moskova'yı yaktı. Bu seferden sonra Devlet Giray, ertesi yıl için tüm Rusya'yı içine alan büyük çaplı bir fetih planı hazırladı, ancak 1572'de Moskova'nın 60 km güneyinde, Molodi'de uğranılan büyük yenilgi üzerine plan iptal oldu
"Bora" lâkaplı II. Gazi Giray 1591'de Moskova üzerine yürüdü, büyük başarılar kazandı ve Ruslar bir kez daha vergi ödemeye mecbur kılındı. Rus milleti ancak bu tarihten sonra güney steplerinde savunma tedbirleri almaya başlayabildi. II. Gâzi Giray, Osmanlı-Avusturya savaşlarında büyük başarılar kazandı, Macaristan seferlerine katıldı ama 1607'de vebadan yaşamını yitirmiştir. II. Gazi Giray sanatkâr kişiliğiyle ün salmış, besteleri günümüzde sanatseverler tarafından icra edilmektedir.

17. yüzyılın sonlarına gelirken Moskova çarlığı artık güçlü bir devlet olan Rus İmparatorluğu hâline gelmişti; Tatarlar için artık Moskova'yı yağmalamak veya vergiye bağlamak çok zordu. Moskova dışında ise Lehistan oldukça güçlenmiş, Rusya'nın her yerine yayılan Kozaklar ise devamlı akınlarda bulunacak konuma gelmişlerdi.
Hiçbir kaynakta doğrulanmamış olsa da II. Viyana Kuşatması'nda yaşanan bozgunun faturası Murat Giray'a mâl edilir. I. Selim Giray, Bozgundan sonra Osmanlı’yı ve Kırım’ı bitirmeyi hedefleyen Kutsal İttifak güçlerinin Osmanlı Devleti'ne karşı giriştiği savaşlarda önemli rol oynayarak Rusların Kırım Seferlerini, Lehlerin 1687-1688 seferlerini püskürtmüş, dört kez geçtiği Kırım tahtında büyük başarılar elde etmiştir.
Nogay göçleri

Kazan ve Astrahan Hanlıklarının Rusya'ya tabi olmasından sonra (1552-1557), Nogay Hanlığı birkaç zümreye ayrılmış, Kafkasya'nın kuzeyindekiler "Küçük Orda", Emba gölü civarında bulunanlarına "Altıkul Ordası" denmiş, İsmail Han'ın idaresinde kalanlar ise "Büyük Nogay Ordası" adı altında birleşmiş ve IV. İvan'ın hâkimiyetini tanımışlardır (1555-1557).
Küçük Orda Nogayları üzerinde Rus nüfuzu, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlamış, bunlar Kazaklar tarafından batıya göçmeye zorlanarak "Bucak Ordası", "Yedisan Ordası", "Canıbuyluk Ordası", "Yedikul", "Azak", "Kuban" gibi bölümlere ayrılmış ve Kırım Hanlığı'na tabi olmuşlardır. Bunlardan bir kısmı Kırım Hanlığı'nın askeri gücü olarak kullanılmışlardır. Sonraları mühim bir kısmı, Türkiye'ye göç ederek Anadolu'da iskân edilmişlerdir.
Celay-i Vatan
1596-1610 yılları arasında Osmanlı Anadolusunda meydana gelen ve “Celâli Fetreti” diye adlandırılan bu dönemde Anadolu baştan başa harap oldu. Halk, köylerden şehirlere kaçtı, gittiği yerlerde de emniyet kalmayınca başka bölgelere sığındı. Anadolu’daki insanların varlıklı olanları İstanbul’a, Rumeli’ye ve Kırım’a göçtüler.

Rus İşgali

Selim Giray'ın başarılarına rağmen Osmanlı Devleti bu savaşları kaybedip Karlofça Antlaşması'nı imzaladı. Sonraki dönemlerde Osmanlı'nın Avrupa karşısında gerilemesi ve Rus Çarlığı'nın büyük yükselişi Kırım'ı oldukça etkiledi.
1735-1739 Osmanlı-Rus Savaşı içerisinde, 1736'da, Ruslar Bahçesaray'a kadar inip bölgeyi yağmaladılar.
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı'nda; Besarabya 1770'lerde, Kırım Yarımadası da 1771'de, Ruslar tarafından işgal edildi. Bu saldırılara Kırım Giray karşı koymaya çalıştı. Savaşı sona erdiren 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı himayesinden çıkartılıp bağımsız hale getirildi. Sadece dînî işler için Osmanlı halifesinin yetkisi tanındı. Osmanlı, Rus işgalindense, bağımsız Kırım'ı korumaya razıdır.
1777'de Rus yanlısı olarak bilinen Şâhin Giray tahta geçti, Osmanlı yanlısı olan II. Bahadır Giray, hanlık mücadelesinde Şahin Giray'ı yenemedi. Osmanlı Hakanının tasdik etmediği han'ı Kırım halkı da tanımamakta idi. 1782'de halk ayaklandı. Şahin Giray'ın kuvvetlerini dağıttılar. Han, yine Ruslara sığındı. Sonra, Rus ordusunun desteğinde yeniden Kırım'a girdi. Rus ordusu otuz bin Kırımlıyı kılıçtan geçirdi ve 8 Nisan 1783'te II. Katerina, Kırım'ı Rusya'ya ilhak ettiğini ilan etti. Çariçe İkinci Katerina, Avusturya İmparatorunu, ele geçirdiği ülkeyi göstermek üzere yanına alarak Kırım'a geldi ve burada taç giyme töreni yaptı Şahin Giray ise daha sonra Ruslar'dan istediğini bulamayıp İstanbul'a sığındıysa da önceki hareketlerinin bedeli olarak Rodos'a sürülüp orada idam edildi.

Göçler

Ardından Kırım'dan ardı arası kesilmeyen göçler başladı. Ruslar ilk hamlede yetmiş beş bin Rus'u Kırım'a yerleştirdiler. Osmanlı için savaşmaktan gayri çare kalmamıştı; ama, bunu yapacak gücü de yoktu. Kırım'ın köyleri harab olmuştu. Kırım'dan Anadolu'ya büyük göçler yaşandı ve Kırım Tatarlarının sayısı giderek azaldı. Bir yandan da Çarlar durmadan Rus nüfusu yerleştirmeye gayret ettiler. 1785-90 arasında büyük göçler yaşandı. Ruslar, dağlık ve orta bölgelerdeki Türkleri yerlerinden ettiler. Giray sülalesi mensupları da dâhil halk, varını yoğunu yok bahasına elinden çıkartarak Anadolu ve Balkanlardaki Osmanlı topraklarına göçtüler. Göçmenleriden boşalan topraklar Ruslara ve Kiliseye dağıtıldı. Osmanlı kayıtlarına göre 1784-1790 arasında beş yüz bin Türk Kırım'ı terketmiş, bunların ancak üç yüz bini Osmanlıya ulaşabilmişti. Kendi topraklarında kalan Türkler topraklarıyla birlikte satılan köle durumuna düşmüştü. Osmanlıya göçten başka yaşama imkânı kalmayan Kırım Türklerinin göçünü Çar da çeşitli yollarla destekliyordu

1854-1862 arasında, sahillerdeki bütün Türklerin Rusya'nın içlerine göçü emredildi; Kırım, Türklerden arındırılıyordu. Or-Kapı çevresindeki Nogaylar da bu göçe katılmış ve resmi rakamlara göre iki yüz otuz iki bin Türk Kırım'dan uzaklaşmıştı. Gaspıralı İsmail Beğ'in verdiği rakamlara göre, 20. yüzyılın başına kadar Kırım'dan 1.200.000 (bir milyon iki yüz bin) Türk göç etmişti.

Kırım siyasî ve istisadi bağımsızlığını kaybetmenin yanında, kültürel açıdan da tam bir kıskaca alınmıştı. Bir yandan durmadan Rus kolonileri kuruluyor, nüfus yerleştiriliyor, bir yandan kiliseler yoluyla Hristiyanlaştırma çalışmaları yapılıyordu. Gayenin Ruslaştırmak olduğu açıkça ifade ediliyor ve cami ve medreseler kapatılıyordu. 

Bundan tam 161 yıl önce yine Rusya savaş ilan etmeden Osmanlı toprakları olan bugünkü Moldova ve Romanya'yı işgal etti. Osmanlı, 4 Ekim 1853'te Rusya'ya topraklarından çekilmesi için nota verdi ve 15 gün süre tanıdı. Rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve verilen sürenin sonunda savaş başladı. Ve Batum'a yardım götüren Osmanlı donanması Sinop açıklarında batırıldı. Rusların bu ani hareketi İstanbul'u tehlikeye düşürdü.
Bunun üzerine Fransa ve İngiltere devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi. Fakat Rusya uzlaşmayı kabul etmedi ve Tuna Nehri'ni geçerek Osmanlı topraklarında ilerlemeye başladı.
Bunun üzerine Türkiye, Fransa ve İngiltere Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım yarımadasında cephe açtılar. 20 Eylül 1854'te 60 bin Osmanlı, 30 bin Fransız ve 21 bin İngiliz askerinden oluşan müttefik kuvvetler 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle Kırım yarımadasına çıktılar. 1855 ilkbaharında 140 bin müttefik kuvveti daha Kırım'a çıkarıldı.
Ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldı. Ancak, Türkiye imparatorluk döneminde ilk dış borçlanmasını Kırım harbi nedeniyle yaptı. Ve 1854'te Paris ve Londra'daki Palmer ve Goldschmid isimli iki banka grubuna yüzde 7.5 faiz, 33 yıl vade ile 5 milyon İngiliz sterlini borçlandı.

Uğranılan ağır zayiatlarla 1815-1914 arasındaki en büyük can kaybına sahne olan ve müttefiklerin zaferiyle 30 Mart 1856 Paris Barış Antlaşması ile sona eren Kırım Savaşı, ifade edildiği gibi modern savaşların ne ölçülerde şiddetli ve kanlı olarak cereyan edeceğini gösteren bir örnek oldu. “Yüz binlerce askerin on binlerce kilometre uzaklıktan, her türlü mühimmatıyla beraber Kırım’a taşınmaları, askeri amaçlı demiryollarının inşası, telgraf hatlarının çekilmesi ve modern anlamda, özellikle zırhlı buharlı gemilerden oluşan donanma faaliyetleri, savaşın boyutlarındaki” büyüklüğü gözler önüne serdi. Ayrıca bu savaşta Osmanlı başkenti İstanbul tarihinde ilk defa göreceği yoğunlukta bir yabancı asker kitlesine diplomat trafiğine, yaralı asker ve mühimmat yığılmasına ve çok sayıda askerin gelmesine ve göçlere şahit oldu. Yine Osmanlı Devleti açısından ağır masraflar sebebiyle ilk defa dış kaynaklı borçlanmaya sebep olan Kırım Savaşı, telgraf, fotoğraf ve gazetelerle günlük olarak belgelenen ilk büyük savaş olmasıyla,  küresel çatışmalar açından yeni bir çığır açtı.

19. yüzyıl Avrupa tarihinin önemli bir sayfasını işgal eden bu savaş; ittifaklarla, topyekûn, uzak mesafeli, askeri harekâtlar ve modern cephe savaşlarının da ilki sayılır. “ilklerin savaşı” olarak adlandırılan bu savaşta, askeri harekâtlardan başka, sağlık, haberleşme, lojistik, pek çok yeni uygulamaları da beraberinde getirmiştir.
Uygulanan teknikler ve stratejiler bakımından da sanayi devrinin ilk modern savaşı olan Kırım Savaşı’nda denizde zırhlılar, karada obüsler kullanılmış, 1742 yılında keşfedilen namlusu yivli tüfekler, Kırım’da operasyonel hale getirilmiş. Savaş basını ilk kez Kırım Savaşı’nda ortaya çıkmış, ilk savaş fotoğrafları İngiliz ve Fransız gazeteciler tarafından çekilmiş.
Görselleştirilmiş haberleriyle resimli dergiler, yaşanmakta olan bir savaşın korkunçluğunu, ülkedeki eskimiş bir askeri sistemin beceriksizliklerini sergilemişlerdir.
İlk meteoroloji ağını, Karadeniz’de çıkan şiddetli bir fırtınanın ardından, 14 Kasım 1854’te, Fransız uzmanlar Urbain ve Verrier kurmuş; 1793’te Chappe’nin bulduğu hava telgrafı Fransızlar tarafından Kırım Savaşı sırasında kullanılmış, İngilizler de, Karadeniz’in dibine, Bükreş ile Balıkova’yı birbirine bağlayan elektrikli telgraf hattı döşemiştir.

Savaşta, askerler arasında salgın biçiminde ortaya çıkan kolera, iskorbüt, dizanteri ve tifüs gibi hastalıklar sağlık hizmetlerinin önemini artırmıştı. İstanbul’da adına bir hastane de bulunan Florence Nightingale önderliğinde 40 İngiliz hemşire ve “Filles De Charité” adlı bir Fransız kuruluşunun gönderdiği 300 kadar Fransız hemşire, bugün de açık olan La Paix Hastanesi’nde hizmet vermiştir. İlk anestezi malzemeleri de bu savaş sırasında, askerlerin kol ve bacaklarını kesmek gerektiğinde kullanılmıştı.
Savaşta, ünlü yazar Tolstoy da topçu subayı olarak Rus ordusunda görev yapmıştır.

Belediye kurumuna benzer ilk yapı olan Şehremaneti, Kırım Savaşı sırasında kurulmuş, Şehircilik Komisyonu, İstanbul’u 14 mahalleye ayırmıştı. Azınlıkların ve Levantenler’in geleneksel kıyafetlerini terk ederek Batı tarzı giyime yönelmeleri de
Kırım Savaşı, Avrupa ile ilişkilerimiz açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Savaşı sona erdiren 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması, Osmanlı Devleti’ni ilk kez Avrupa devleti olarak gören ve Avrupalı Devletler Topluluğu’na kabul eden belge olma özelliği ile de tarihe geçmiştir.

Türk milliyetçiliği doğuyor
Dilde, fikirde, işte birlik: Türk halklarının birlikteliğin formülü olan bu söz, Rusyanın Kırımı Ruslaştırma programına tepki neticesinde şekillenmiştir. Bin sekizyüzlü yılların ikinci yarısında ünlü Rus romancısı Turganyev’in yanında çalışan Gaspıralı İsmail bey, milli şuurun oluşması için temel ilkenin eğitim olduğunu savunarak daha etkili okuma yazma sistemi geliştirdi. “Usulü Cedit” (yeni metod) adıyla anılan ve sadece 15 günde okuma yazmayı öğretmeyi hedefleyen bu sistem çok başarılı olup Kırım hudutlarını aşarak Tüm Türk Dünyasına hatta Mısır’a kadar yayıldı.
Rusya yasaklayana dek neşrettiği dergiler, kitaplar ve ünlü gazetesi Tercüman Türkçe konuşulan her yerde okundu böylelikle Gaspıralı Türk milliyetçiliğinin doğuşuna sebep oldu.

İslam âleminin ilk demokratik Cumhuriyeti
Ekim 1917 de Moskovada cereyan eden devrim sonrası Kırım Tatarları 26 Aralık 1917 tarihinde Numan Çelebi Cihan başkanlığında kurulan Cumhuriyet, her ne kadar Kırım Tatarları'nın oluşturduğu Kurultay'ın girişimleriyle kurulmuş olsa da yarımadada yaşayan tüm etnik kimliklerin eşitliğine dayanmaktadır.
Bayrağı Kırım Hanlarının Tarak Damgalı mavi bayrak, milli marşı Numan Çelebicihanın “Ant Etkenmen” şiiri kabul edilmiştir.
Ukrayna, Kurultay toplantısına hayırlama mektubunu yollamıştır. Rusya'nın Bolşevik Hükümeti ise Kırım Tatar Kurultayı'nı ve Hükümeti'ni tanımamıştır. İhtilal Komitesi, Karadeniz Filosu'nun gemilerini Akyar'dan Kezlev, Yalta, Kefe, Kerç ve diğer şehirlerine yollayıp Cumhuriyet askerleriyle savaşmaya başlamıştır.
16 Ocak'dan Şubat'ın başına kadar Akyar ve Bahçesaray yakınlarında savaş sürdü. Süyren köyünün yakınlarında 40 bin kişilik Bolşevik ordusu ile savaşa giren 3 bin kişilik Cumhuriyet ordusu yenilgiye uğradı. Bunun ardından, Kırım'ı istila eden Bolşevikler, Kırım Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin Başkanı Numan Çelebicihan Akyar'da 23 Şubat 1918 idam ederek Cumhuriyeti yıktıklarını ilân ettiler.
Sovyetler
Çarlık Rusyası’nın işgalinin neticesinde Kırımdaki Ruslaştırma programı, Sosyalist Devrim sonrası, devrimin getirdiği sıcak havaya -halkçılığa- rağmen bilinçaltlarından sökülüp atılamayan kinlerin neticesinde Kırım’da zaten zor olan hayat, bir de Sovyetlerin dine olan olumsuz tutumları neticesinde yaşanmaz bir hale gelmiştir.
18 Ekim 1921'de bir kararname ile Bolşevikler Veli İbrahim başkanlığında Kırım Sovyet Cumhuriyeti'ni kurdular. Bolşevikler diğer Rus unsurlarla mücadele içinde olduklarından, önce yumuşak davrandılar. Kırım'ın muhtar bir cumhuriyet olacağı vaadinde bulundular. Türkçe resmi dil kabul edilip, daha önce topraklarından sürülmüş olanlara topraklarının geri verilmesi gibi tedbirler ilân edildi. Bu tedbirler yerine getirilmediyse de, 1928 yılına kadar Kırım Türk Cumhuriyeti özerk bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürdü. Hükümetin başında bir Türk vardı ve üyelerinin çoğunluğu da Türk idi. Özel mülkiyete de izin verildiğinden istikrarlı bir gelişme yolu açılmaktaydı. Türkler tarafından çeşitli edebi, kültürel dergiler ve gazeteler çıkarılmaya başlandı. 1928'de özel mülkiyetin kaldırılması ile yeni ve yıkıcı bir dönem daha başladı.
1913'ten itibaren sistemli bir şekilde Yahudi nüfus, Kırım'a yerleştirilmekteydi. Öyle ki 1928'den sonra, burada bir Yahudi Cumhuriyeti kurulması için çalışmalara girişildi. Komünist Türkler de buna karşı çıktılar. Aydın kesimin bir kısmı öldürüldü, üç bin beş yüz kişi de Kırım dışına sürgün edildi. 1928-31 yılları arasında da, toprakları ellerinden alınanların direnmesi üzerine kırk bin civarında Kırımlı, Ural bölgesine sürgün edilmişti. 1931-1934 yılları arasında yaşanan kıtlık da, Kırımlılara çok acıya mal oldu. Bundan sonraki yıllarda da, Ruslaştırma icraatlarına karşı gelen sayısız Kırımlı aydın öldürüldü yahut sürgün edildi.

Kara gün: 1944
İkinci Dünya Savaşı ise bir başka büyük felaketle geldi. Almanlar Kırım'ı işgal ettiklerinde birçok Kırımlı, Şark İşçisi adı altında kafileler halinde Almanya'ya sevk edilmiş ve yerlerine Almanların yerleştirilmesi kararı alınmıştı. Buna karşı çıkan Kırımlılar şiddete tabi tutulmuş, 168 Türk köyü yakılıp yıkılmıştı.
Almanların çekilmesinden sonra Kırım'ı yeniden işgal eden Ruslar, birçoğu Rus ordusunda Almanlar'a karşı dövüşmüş olan Kırımlı Türklerin yediden yetmişe tamamını sürgün ettiler. Tarihte emsali görülmemiş bir hadise olarak 1944 yılında alınan bu kararla, Kırım'da tek Türk bırakılmadı; Sibirya ve diğer bölgelere sürülen bu insanların yerine Ruslar getirilerek yerleştirildiler. Bu sürgünde sayısız insan, vahşice dolduruldukları vagonlar içinde ve gittikleri sürgün yerlerinde Kırım'ın uzağında can verdiler.

Sürgün sonrası

Kırım, 1954 Şubat'ında çıkartılan bir kararname ile Rusya Federasyonu'ndan çıkartılarak Ukrayna'ya bağlandı. Kırım'da artık Türk kalmamıştı.

Kırım Türkleri dağıldıkları uzak bölgelerde, yeniden anavatanlarına dönmek için mücadeleler verdiler, olmadık sıkıntılara göğüs gerdiler. Sovyet Hükümeti 5 Eylül 1967'de yayımladığı bir kararname ile Kırım Tatarlarına haksızlık yapıldığını kabul etti; ama vatanlarına dönüş izni vermedi. Mustafa Cemiloğlu ve arkadaşlarının öncülüğünde Daha önce, 1987'de Moskova'da Kırımlıların yaptığı büyük miting bütün dünyanın ilgisini çekmiş ve Kırımlıların vatanlarına dön-melerine Sovyet hükümeti razı olmuştu. Ancak, ciddi hiç bir adım atılmamıştı. 1989'da Taşkent'te Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı kuruldu.
1989'dan itibaren her yana dağılmış olan Kırımlılar, her türlü yokluk ve sıkıntıyı göze alarak Anavatanlarına dönmeye başladılar. Anavatana göç halen de devam etmekte ve Kırım'daki Türk nüfusu giderek artmaktadır.
12 Şubat 1991'de Ukrayna'ya bağlı olarak Kırım Muhtar Cumhuriyeti kuruldu. 26 Haziran 1991'de İkinci Kırım Tatar Millî Kurultayı toplanarak, Kırım Tatarlarının kendi kaderlerini kendilerinin belirleyeceğini ilân eden "Kırım Tatarlarının Millî Ege-menlik Bildirisi"ni yayımladı ve Kırım Tatar Millî Meclisi'nin 33 kişilik üyesini seçti. Meclis baş-kanlığına Mustafa Cemil Kırımoğlu getirildi.
Kırım Yüksek Sovyeti ise hazırladığı Ana-yasa'da Kırım Tatarlarını görmezlikten geliyordu. Kırım Tatarları direniş hareketlerine girdiler. Yüksek Sovyet'in hazırladığı seçim kanununda da Tatarlar dikkate alınmadı. Bu durumların düzeltilmesi için mücadelelere girildi. Sonunda, Kırım Tatarlarına on dört milletvekilliği kontenjanı tanındı ve Kırım Tatarları hükümet içinde görev almaya başladılar




dersefa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder