31 Ocak 2015 Cumartesi

gözyaşı çeşmesi (*)

Aşk imiş her ne var âlemde[1]



Cengiz sülalesinin dünyada ‘Aşk için’ yaptırdığı iki önemli şaheser var. Bunlardan biri cesamet örneği Tac Mahal ki, yapımı 20 yıl sürmüş, Babür ekonomisini ciddi sıkıntılara sokmuş ve en sonunda Sultanın oğlu babasına darbe yaparak tahtı ele geçirmiş. Diğeri ise zarafet örneği Gözyaşı Çeşmesi…

Her şey Kırım Giray Han’ın haremine yeni getirilen Polonya asıllı Dilara’ya (asıl adı Maria) âşık olmasıyla başlar. Ama Han seferdeyken Dilara hastalanır, günden güne eriyip biter ve sonunda vefat eder. Giray Han seferden dönünce biricik aşkının ölümünü öğrenir ve çok üzülür. Dilara’ya olan aşkını ölümsüzleştirmek için “dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diye bir çeşme yaptırır.

Dilimize Farsçadan geçen ‘Çeşme’ göz demektir ki edebiyatımızda sözü edilen güzellik unsurlarından biridir[2]. Kim bilir, şair ruhlu Kırım Hanı yaptırttığı eserde gözünden bile kıskandığı, güzelliğinden gözünü ayıramadığı Dilara’nın göze geldiğini, durduk yerde hastalanıp öldüğünü bu yolla anlatmak istemiş olabilir.

"Gözyaşı Çeşmesi"nin üst kısmından gözyaşları akarak ilk kurnayı “keder”le doldurur. Buradan taşan damlalar çift küçük kurnaya akmaya başlar. Yani “zaman acıları hafifletir”. Ama çift kurnalar dolunca taşar ve bu kez tekrar ortadaki büyük kurnayı doldurmaya başlar. Yani hatıralar zihinde canlanmakta ve acılar tekrar başlamaktadır. Buradan taşan su en alttaki delikten çıkar ve zemindeki çark-ı felek (spiral)in üzerinden geçerek yer altında kaybolur. Yani “hayat böyle devam eder gider”. Akustiği öyle ayarlanmıştır ki, su damlalarının akışı sırasında ağlama ve hıçkırık sesleri oluşur. Derler ki ‘Mimari müziğin donmuş hali’dir. Bu sesler de adeta bir aşk müziği gibi geçmiş yüzyıllardan bizlere seslenir.

Çeşme, ilk yapıldığında Dilara Bikeç’in türbesinin yanına dikilir. Ama ne var ki II. Katerina, Kırım’ı 1783’de işgal edince çeşmeyi türbeden kaldırıp “Han Saray”ın içindeki avluya getirtince çeşmenin akustiğinde bir takım bozulmalar oluşur.

Hikâyeden etkilenmemek elde değil. Tolstoy’a göre Rus Edebiyatının kurucusu olan Puşkin, siyasi sebeplerden ötürü sürgün edildiği yıllarda Gözyaşı Çeşmesi’nin ününü duyarak sırf onu görmek için Bahçesaray’a gelmiştir. Şair sürgün sırasında bu acıklı öyküyle anılan çeşmeyi ziyaret edip, çeşmeye iki de gül bırakır: kırmızı ve sarı. Kırmızı olanı, Han’ın aşkını, sarı olansa acıyı anlatır. Daha sonra şöhretini kazandığı ünlü “Bahçesaray Çeşmesi” şiirini yazar:


Ah aşk fıskıyesi, ah ölümsüz çeşme!
Sana Armağan olarak iki gül getirdim
Seviyorum bitmeyen anlatışını ve şiirsel gözyaşlarını

Çiseyen gümüşsü tozların,
Serin çiğlerle kaplıyor beni,
Ak, durmaksızın ak mutlu pınar!

Anlat, anlat bana tüm bildiklerini
Ah! Aşk fıskiyesi, ah kederli çeşme!
Dinledim senin taş dudaklarından uzun hikâyeleri[3]


Puşkin’in Gözyaşı Çeşmesi şiiri Sovyet döneminde sadece çeşmeyi kurtarmakla kalmaz aynı zamanda Kırım hanlığının başkenti Bahçesaray adının da Rusçalaştırılmasını engeller.

Çeşme, iki yazıyla süslenmiştir: Üstteki yazı, Kırım Hanı Giray’ı yücelten şair Şeyhi’nin şiiridir:

Allah’a şan olsun! Güldü yine Bahçesaray’ın yüzü: 
Düzenlendi akıllıca Büyük Kırım Hanı’nın lütfu. 
Çevresine su verdi, sürekli gayreti sayesinde,
Ve isterse Allah, yapar daha iyi şeyler bile.
Buldu keskin zekâsıyla suyu ve düzenledi güzel bir çeşme. 
Kim denemek isterse, çıkar su oradan ve görür şunu:
Şam’ı da gördük Bağdat’ı da (ve) görmedik onun benzerini hiç!
Her susayana okur Şeyhi, bu çeşmenin ağzından şu sözleri:
Gelin ve için şifalı kaynağın en saf suyunu!

Alttaki yazı ise, Kuran- Kerim’den alıntıdır: “O pınara 'Selsebil' denir.”[4]


Türkiye’den Kırım’a gidemeyenler bu şaheseri göremedikleri için üzülmemeli zira Eskişehir Kırım Tatar Kültür Evi bahçesinde bulunan birebir kopyasından suyun huzur veren sesini dinleyebileceğiniz ünlü çeşme, Odunpazarı ilçemizde yer almaktadır.




[*] Kırım Postası Dergisinde yayınlanmıştır. (Ocak 2015)
[1] Şair Fuzuli
[2] Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İskender Pala. S. 101
[3] Çeviren: Ataol Behramoğlu
[4] İnsan Suresi 18. Ayeti. Diyanet İşleri meali